özDİYARBAKIR - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda konuştu.
Hatimoğulları'nın konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:
"Konuşmama başlamadan önce sevgili Sırrı Süreyya Önder’den bahsetmek istiyorum.
En son dün doktorları açıklama yaptı ve Önder’in hayati tehlikesinin artarak devam ettiğini ifade ettiler.
Sevgili Sırrı Süreyya Önder, sadece bir yazar, bir sanatçı, bir siyasetçi değil... O'nun hayat hikâyesi, bu ülkenin acılarla, umutlarla, mücadelelerle dolu hikâyesinin bir parçasıdır. Ondandır, bir yürek çarpıntısı gibi sessizce bekliyoruz. En umutsuz anlarda bile umut olmayı bildinse, biz de umut etmeye devam edeceğiz.
Barış sürecinde attığı her adım, söylediği her söz, bu ülkenin geleceğine olan inancını gösterdiyse, biz de inancımızı O'nun gibi asla kaybetmeyeceğiz.
ülke...
O hâlde bu hikâyeye, aramıza geri dön.
23 Nisan’da İstanbul’da 6,2 büyüklüğünde bir deprem yaşadık. İstanbul halkı başta olmak üzere tüm yurttaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum. 6 Şubat’ta büyük acılar yaşamış halklar olarak bir kez daha yüreğimiz ağzımıza geldi. Bu kez büyük bir felaketin eşiğinden dönmemiz tek tesellimiz oldu. Ancak bu depremle birlikte bir kez daha gördük ki, milyonlar olarak depreme karşı hâlâ korumasızız.
İstanbul gibi milyonların yaşadığı bir kent büyük bir deprem riski taşırken, bu kentin seçilmiş belediye başkanı siyasi hesaplarla cezaevinde tutuluyor. Kentin yönetim iradesini siyasi operasyonlarla felç eden iktidar, İstanbulluların çaresizliğini izlemekle yetiniyor. Felaket kapıdayken gerekli önlemler hâlâ alınmıyor. İstanbul, iki büyük tehditle karşı karşıyadır: Depremin kendisi ve rant sevdası. Milyonların yaşamı “kader” denilerek geçiştirilemez. Deprem doğanın gerçeğidir, ancak ihmalkârlık açık bir cinayettir.
İktidar, kayyım atadığı belediyelerimizde afetlere hazırlık çalışmalarını dahi engelledi. Örneğin Van’da kurulan Afet Koordinasyon Merkezi, merkezi müdahalelerle işlevsiz hale getirildi. Buradan bir kez daha açıkça söylüyoruz: Depreme dair tüm ihmaller ve rant uğruna alınmayan önlemler, halkımıza karşı işlenen ağır bir suçtur. İstanbul’da toplanma alanlarını yok edenler, imar rantına göz yumanlar bu yaklaşan felaketin ortağıdır.
Yıllardır mega projelerle, AVM’lerle, gökdelenlerle İstanbul büyük bir felaketin eşiğine sürükleniyor. Oysa herkes biliyor ki İstanbul’un güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir. Bilimle, ortak akılla hareket etmek, insan hayatını her şeyin önüne koymak zorundayız. Milyonlar büyük bir felaketi kıl payı atlattı ama iktidarın gündeminde hâlâ Kanal İstanbul var. Kanal İstanbul, bu kenti ateşe atmaktır. Bu projeden derhal vazgeçilmelidir.
Güvenli konutlar ve sağlam altyapı yatırımları yerine rant projelerinin peşine düşen anlayışa karşı biz yaşamın tarafındayız. 6 Şubat depreminin üzerinden iki yıl geçti ama Hatay’da insanlar hâlâ konteynerlerde yaşam mücadelesi veriyor. İktidar, depremzede yurttaşlarla inatlaşıyor. Sağlam konutların ve işyerlerinin bulunduğu mahallelerde dahi istimlak uygulamaları sürdürülüyor. Antakyalı, Defneli, Samandağlı üzgün ve öfkeli… Enkaz altında sesini duyuramayan depremzede şimdi sesini eylemlerde duyurmaya çalışıyor. Kendilerini iş makinelerinin önüne atıyor. “Sesimi duyan var mı?” diye haykırıyor. Biz buradayız, sesinizi duyuyoruz. Buradan bu çağrıyı hem iktidara hem tüm dünyaya duyuruyoruz.
Gelişigüzel rezerv alan ilanlarından, sağlam konutlara ve tarım arazilerine el koymalardan vazgeçin. Kimseyi mağdur etmeyecek şekilde konut üretimini hızlandırın. Unutmayın: İstanbul’da yaşanacak bir depremde sadece bu kent değil, bütün Türkiye enkaz altında kalır. Merkezi hükümete düşen görev, yerel yönetimleri kayyımlarla ya da fiili vesayetle yıpratmak değil; yerel yönetimlerle koordineli bir çalışma yürütmektir. İstanbul’un, Türkiye’nin buna acilen ihtiyacı vardır.
Buradan bir kez daha sesleniyoruz: Mega projeleri bırakın, bırakın bırakın! Çalışmayan altyapıya, anında tıkanan trafiğe, kesilen iletişime, yetersiz toplanma alanlarına çözüm üretin.
1 Mayıs arifesinde emekçi yoldaşlarımızla bir aradayız. Hepiniz hoş geldiniz!
“Emeğin Özgürlüğü ve Demokratik Toplum İçin 1 Mayıs!” şiarıyla bu yıl da Türkiye’nin dört bir yanında alanlarda olacağız. Sözümüz emeğe, sözümüz barışa, sözümüz demokratik geleceğe!
Sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”, yeni bir dönemin kapısını aralıyor. Bu çağrı; ekmeği büyütme, barışı kurma, demokrasiyi güçlendirme çağrısıdır.
Barış, emekçiler için ekmek kadar hayatidir. Çünkü barış dönemlerinde emek mücadelesi daha etkili, daha sonuç alıcı olur. Demokratik toplum, işçinin de ezilenin de yaşam güvencesidir. Emek barışla nefes alır; barış da emekle hayat bulur.
Barış olmadan refah olmaz. Ülkenin kaynakları savaşa değil, insanca yaşama akmalıdır. Örgütlü emek ancak barışla güçlenir, kalıcı olur. Bu yıl hem Kürt illerinde hem batıda, güçlü ve birleşik bir 1 Mayıs için hazırlanıyoruz.
Çünkü biliyoruz: Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle işçilerin emek mücadelesi birbirinden ayrı değildir. “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” sadece bir temenni değil; mücadeleyle kuracağımız ortak bir gelecek sözüdür.
Bu birlik; Türk işçinin Kürt işçinin elini tutmasıdır. Kürt annenin, Türk anneye “Acımız ortak, o halde barış için el ele verelim” demesidir. O zaman işçiler birleşir, halklar kardeşleşir.
Ekmek, barış, özgürlük için tüm emekçileri ve halkları 1 Mayıs’ta alanlara çağırıyoruz! Zamlara, hayat pahalılığına, yoksulluğa, savaşa ve sömürüye karşı sesimizi hep birlikte yükselteceğiz.
8 Mart’ın cesaretiyle, Newroz’un coşkusuyla 1 Mayıs’ta emeğin özgürlüğü için bir arada olacağız! 1 Mayıs’ta atılan her slogan zulme karşı bir çığlık olacak!
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği, Yaşasın 1 Mayıs! Bijî Yek Gulan!
Sadece işçiler, emekçiler değil; gençler, işsizler, esnaflar… Hep birlikte büyük bir ekonomik buhranın ve derin bir sefaletin tam ortasında yaşıyoruz. Bugün Türkiye’de insanlar en temel ihtiyaçlarını bile borçlanarak karşılamak zorunda kalıyor.
Resmî verilere göre 3,6 milyon insan aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Buna yaşamak denirse elbette... Çünkü bu insanlar en temel gıda, barınma, sağlık gibi ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Gerçek tablo ise açıklanan rakamların çok daha ötesinde, çok daha vahim.
Durum o kadar ağır ki, insanlar artık sevdiklerine son görevleri olan bir mezar taşını bile yaptıramıyor. Mermer, taş derken her şey ateş pahası oldu. Şimdi mezar taşında dahi plastik malzeme kullanılıyor. Bu tablo bile içinde bulunduğumuz sefaletin özetidir.
22 buçuk yıldır bu ülkeyi yöneten AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği yer tam olarak burasıdır. Herkes ay sonunu getirebilmek için borç içinde dönüp duruyor. Artık ekmeği bile kredi kartıyla alır hale geldik.
Evet, AKP döneminde rekorlar kırılıyor! Ama bu rekorlar enflasyonda, yoksullukta, açlıkta, işsizlikte, kredi kartı borçlarında kırılıyor! Şimdi de çıkıp diyorlar ki, “Enflasyon var çünkü halk dayanıklı tüketim mallarına yöneliyor.” Güler misiniz, ağlar mısınız? Bu, halkın aklıyla alay etmektir!
Sayın Bakan, ya gerçekleri gizliyorsunuz ya da bu toplumla tek bir bağınız kalmamış. Hangisi doğruysa, buyurun siz söyleyin!
Demokratik bir toplumda halk enflasyonun suçlusu ilan edilmez. Sefalet olağanlaştırılamaz. Böyle bir vergi soygunu meşrulaştırılamaz. Milyonlarca insan üç-beş tefecinin, faizcinin insafına terk edilemez.
Bakın, bunun adı düpedüz bir sömürü düzenidir. Ve bu düzene karşı halk artık “Yeter!” diyor. Bizler de bu kürsüde, halkın sesi ve soluğu olarak buradan aynı sözü söylüyoruz: Yeter yeter yeter!
Kadınların haklarına, yaşamlarına, bedenlerine yönelik saldırılar hız kesmeden sürüyor. Neredeyse her gün, kadınların hayatlarını doğrudan etkileyen yeni ve absürt bir uygulamayla karşı karşıya kalıyoruz!
Geçtiğimiz hafta sonu Van’da bir araya gelen 58 kadın örgütünün gündeme taşıdığı sorular hepimizin sorusudur: Rojin Kabaiş’in akıbeti nedir? Gülistan Doku nerede? Bu sorulara yanıt vermek, kadına yönelik şiddetle etkin bir mücadele yürütmenin ilk adımıdır.
Farklı cinsiyet kimliklerine ve cinsel yönelimlere karşı nefret suçlarını meşrulaştırmaya çalışan yasa teklifleri de bu eril aklın, erkek egemen sistemin bir başka tezahürüdür.
Bu dayatmalar karşısında asla boyun eğmedik, “Bu devran böyle gelmiş böyle gider” demedik, bundan sonra da demeyeceğiz!
Elinizi bedenimizden, emeğimizden, kimliğimizden çekin!
Bizler, “Jin, jiyan, azadî” şiarıyla direnen kadınlarız. Ve bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz!
Geçtiğimiz hafta Adalet Bakanı ve beraberindeki heyetle bir görüşme gerçekleştirdik. Bu görüşmede, barış ve demokratik çözüm zeminini oluşturmak adına partimizin önerilerini ve halkın beklentilerini açık, net ve kararlı bir dille ifade ettik.
Başta Sayın Abdullah Öcalan’ın iletişim ve çalışma özgürlüğü olmak üzere, atılması gereken adımlar bellidir. Bu noktada artık sorumluluk iktidarın sahasındadır. Herkes bilmelidir ki: Barış, cesaret işidir. Demokratik çözüm için siyasi irade göstermek kaçınılmazdır.
Bu nedenle iktidarı, halkın yükselen barış çağrısına kulak vermeye ve çözüm süreci için somut, güven verici bir irade ortaya koymaya davet ediyoruz. Çünkü barış talebi halktan geliyor; bu talep görmezden gelinemez.
DEM Parti olarak, barış ve çözüm için topyekûn bir seferberlik içindeyiz. Her an, her yerde, barışın inşası için mücadele ediyor, çalışıyoruz."