Şehirlerle haşır neşir olma hali, ister istemez üzerinde çalıştığımız şehirlerle ilgili fıkralara aşina olmamızı gerekli kılar. Şehirde adres soran, o şehirde doğmuş, o şehirde büyümüş ve yaşamakta olan için üzücü durumdur, açıkçası.Şehirli şehri çok bildiğini iddia eder, arkadaşlarıyla birlikte şehri dolaşırken şehri anlatır, durur:-Biz, küçükken çaldığımız karpuzları, kavunları şu çeşme başında oturur yerdik. Kesinlikle yiyeceğimizden fazlasını almazdık. Hem aldığımız karpuzların, kavunların çoğu bize ait bostanlardan, tanıdık yerlerdendi.Doğma büyüme şehirlinin anlattıkları karşısında gençten biri, geçmişe yolculuğu başlatan tecrübeli, şehri bilen hemşehrisine sorar:-Siz, Metropol’de, Yetmiş Beş’te gezip dolaştınız mı? Buralarını nasıl görürsünüz?Şehirli, size elli sene öncesinde yaşadığını anlatır, kendisine anlatılan yüz sene öncesini nakleder. Babasına, dedesinden aktarılana tanıklığı söz konusudur, Dedesine büyük babasından söylenenin aktarıcısıdır. Beş-on sene öncesinde ortaya çıkan ya da geçmişi yirmi-otuz seneye dayanmayan yerleşim alanları, kendi ilgi alanı içinde değildir.Gördüğümüz kadarıyla zaman içinde göç alan, artan nüfusun ihtiyacına göre şekillenen ve gittikçe yapı mezarlığına dönüşen şehirlerde yeni yerleşim alanları ortaya çıkmaktadır, şekil-biçim ve kullanım alanlarıyla öncekilerden oldukça farklı biçimde.Dünün mimarîsinde oldukça geniş avlulu, çok odalı, genelde iki katlı şehir mimarîsi geride kaldı. Artık tarihî yapıların yıkılmış ya da yıktırılanların yerine yaptırılan absurd apartmanlardan geride kalan kimi yapılar, ticarî işletmelere dönüştürülmekte.Eski şehrin içinde ilginç isimlerle açılan birkaç cafeye davet edilmişliğimiz, orada misafir edilmişliğimiz söz konusu oldu. Beş-on kişinin çalıştığı, ekmek kapısı olarak gördüğü bu mekânları birer mimarî eser olarak görüyorum, kullanım şekli değişmiş olsa bile.Ünlü şairlerimizin adına açılmış iki müze, doğdukları ve yaşadıkları evlerdir, aslında. Diğer şairlerimizin ve yazarlarımızın doğdukları, büyüdükleri evler ne derecede bilinir? Bunu bilmekten uzağız. Yalnız Said Paşa’nın Konağı’nın üç parçaya bölünmüşlüğünü hatırlatalım, Süleyman Nazif’in Babasının Evi olan konağı. Ali Emirî Efendi’nin doğduğu, çocukluğunun geçtiği evi, merak edenler varsa araştırıp bulabilir, üzerine apartman dikilen Hattat Hamid Aytaç’ın evi gibi.Bir insan doğduğu, çocukluğunun geçtiği evi, delikanlılığını yaşadığı sokakları, mahalleyi yıllar sonra görürken, neler hisseder, neler geçmez içinden!..Bulunduğunuz şehirden ayrılmamışsınız, yeni yerleşim alanlarına özel araçla gitmektesiniz ve bir iki kez gittiğiniz yere bir türlü ısınmanız mümkün değil, kendi şehrinizde yeni yerleşim yerlerine yabancısınız, kendinizi buraya ait hissetmiyorsunuz, sizi orada bıraksalar evinize nasıl döneceğinizi bilemezsiniz.Çocuklara yaşadığınız dönemi anlatmanız, inandırıcı görünmediğine, otuz yaş kuşağına kadar olanların dikkatini çekmediğine emin biri olarak, şehrinizin sokaklarını, evinizi, oynadığınız oyunları, yaptığınız şakaları, büyüğün küçüğe, küçüğün büyüğe davranışını, aile içi durumları, esnafla ilişkilerinizi, giyimi ve kuşamı, evinizde pişen yemekleri, bayram günlerini ne kadar anlatırsanız anlatınız, inandırıcılığınız söz konusu değildir.Siz, onlarca kitap yazsanız, gazetelerde otuz sene yazıp dursanız, radyolarda, televizyonlarda program yapsanız, sizi dinlemek için dinleyicilere ücret verseniz, nafiledir, artık.Bir elin beş parmağından dördünü ilgilendirmez, artık şehirde yaşadığınız.Bu şehirli dününü unutmuştur, bu günü yaşandığı gibi geçirme içindedir, geleceğe dair şehrinin tarihi, kültürel, mimarî, musıkî, edebî değerleri önem arz etmez.Şehirle ilgili yazılan kitaplara duyarlı değildir, kitaba verilen parayı gereksiz yere harcanmış bilir.Yerel yemekler, damak tadına yabancıdır, o değişik tatlar peşindedir.Giyim ve kuşam, kendisi için moda ile sınırlıdır.Zengin semtlerinde yaşamak varken eski yapılarda yaşamak, kendisi için mana taşımaz.Dedelerinden kalan geleneğe ve göreneğe, örfe yabancı kılınmıştır, anlatanı kalana mesafeli, yaşanana düşmandır.O, güvenlikli, etrafı çevrili, asansörlü, yeşil alanı bol, araç parkı bulunan, yüzme havuzu olan, sitenin altında marketi, berberi, pastanesi mevcut yeri sevmiştir. İşten eve, evden işe bir hayata sahiptir.Şehir onun umurunda değildir.Çocuğu okula servisle gider.Bir şeye ihtiyacı olduğunda telefonla veya sanal ortamda siparişini verir, yemeği bile on dakikada evindedir, tatlısı evindedir.O, şehir içinde farklı bir dünyada yaşar.Evinin balkonundan hayatı resmetmeye çalışır, dairesinin bahçeye bakan manzarası dünyaya değişilmez.Çocuğu oyun parkındaki aletlerle haşır neşir olur, kendi sporunu site içinde yapar, koşar, yüzer, hoplar, zıplar.Gerektiğinde kamelyada oturup çayını içer.Evine hırsız girme derdi, söz konusu değildir.Eti, meyvesi, sebzesi, ekmeği için zaman kaybetmez, çoğunlukla akşamları dışarda yemek yendiği için alış veriş sıkıntısı söz konusu değildir.Köy yumurtası, markette bulunur zaten, Yoğurt ve süt hijyenik biçimde markette varken pazardan mı alınır?Bayram seyran günlerinde şeker için kapı çalan olmaz.Kurban kesimi için çocukları kan görmez. Market, zaten kesilmiş hayvanı et olarak paketlenmiş şekilde teslim etmiyor mu?Mezarlık ziyareti, merhumun ve merhumenin yıl dönümü ile sınırlı. Sanal ortamdan bir kare ve altına birkaç satır yazı ile halledilir. “Canım-Cimimli” ifadelerle sanki sanal ortamdan habersiz olan ölmüşlerle diyaloga geçilir. Hayatında rahat yüzü görmemiş ebeveyne hayırlı evlat rolü, sanal ortamla gerçekleştirilir.Dün çocukları aynı okula giderdi, herkesin.Aynı fırından ekmek alınırdı, aynı kasaba gidilirdi.Aynı çayhaneden çay içilir, aynı aşhaneye gidilirdi.Aynı hamama gidilir, aynı terziye uğranılırdı.Aynı kumaşçıya varılır, aynı manava gidilirdi.Aynı sokakta yaşanır, aynı caddede buluşulurdu.Aynı taziyede görüşülür, bayram namazı sonrası aynı mezarlığa gidilirdi.Aynı hale gidilir, sebze ve meyve alınırdı.***Şimdi her şey bölük pörçük.Fıkra anlatacaktık, yazının başlığında.İnsanlar, şimdi aynı yerde yaşamıyor, aynı şehirde farklı yaşam standardına sahip. Bir yerde tütmeyen ocaklar öbür yerde yemeğin pişmediği evler.***Ne tuz isteyen komşu kaldı ne iki kaşık salça.Ne hasta ziyareti hatıralarda ne akşamları ev muhabbeti.Ne büyüğe saygı esas ne küçüğe sevgi…***Şehri tanımayana şehri anlatmak, deveye hendek atlatmaktan güç.Ne dersiniz?