GÖNLÜMCEÖZELİMİZSöz etmeyiz yıllardır kendi öz halimizden,Bu gün sanki özele dokunmaya var neden.Dev aynamız yok bizim, aynalar bizi görmez,Berberse eve gelir ayna bile getirmez!..MMSÖZ GELİŞİ2005 yılının Mayıs ayında başladık kalemimizi “özgürce” kullanmaya, hiçbir zaman o kalemi “sermaye” olarak görmedik, onun sırtından para kazanmayı düşünmedik, bugünlere gelinceye kadar sanırım beş tane yerel gazetede günlük yazılarımız çıktı, hala da çıkıyor, “profesyonel” yazarlığa özenmedik, “amatörlüğü tercih ettik, tam 16 yıl önce şunu fark ettik ki biz bu şehre sevdalanışımız…Sevdiğimizle birlikte yaşadık, gerçek sevenler sevdiğinin sırtından dünyalık elde etmeyi düşünmez, hatta düşünemez, inancımız böyle olduğu içindir ki yazdığımız gazete patronlarından “dünyalık” ummadık, hatta onlar bizden yazdıklarımıza karşılık ücret isteseler verebileceğimize kendimizi inandırdık..Bazı “Yeşilçam” filmlerinde görürsünüz, kişi sevgilisine yazdığı mektubu birilerine para vererek gönderir, Diyarbakır bizim sevdalandığımız şehir ve yazdıklarımız da ona mektup mesabesinde olunca biz nasıl dünyalık umarız, sözlerimiz sakın yanlış anlaşılmasın birilerinin bize kendilerinde yazmamız için ‘dünyalık” önerdiğini, böyle bir şey yok..Olamaz da, neden olamaz denirse deriz ki bizim kalemimiz “özgürlüğe” aşinadır, satılık değil, 16 yıldır gönlümüzden ne geçmişse, aklımız neye ermişse kalemimize onları “dikte” etmişiz o da yazmıştır, bu güne kadar “patron istedi” diye değil, her hangi bir konuyu, bir siyasetçiyi ve partisini “dikte” etti diye de değil, biz “Diyarbekir” istedi diye yazdık, yok mudur patron istedi diye yazanlar vardır elbette, biz onlara “paragözlü” diyoruz.“Gıybet” en kötü hastalıklardan olduğu için biz 16 yıldır kalemimizle hiç kimsenin gıybetini yapmak için de kullanmadık, “eleştiri” dozunu ölçülü kullandık, mesela birileri diyelim ki “kebapçıdır” ona kırgınlığımız olur, neden Diyarbekir’in ağız tadı olan gerçek kebabını müşterilerine sunmaz da ülkenin her yerinde bilinen ve garsonların “acılı mı-acısız mı” diye sormasına sebep olan kebapları ocağında pişirir diye o kebapçıya kırgınlığımız olur, bunu da dile getiririz ki zaten bizim “bibinin Diyarbekir feryadı” kitabımız bu sebepten oluştu.İsteriz ki Diyarbekir’de bir kebapçıya gidenlere garson “terbiyeli mi, sade mi” diye sorsun, dillere düşmeliydi Diyarbekir’in “lüle kebabı” işte bu manada eleştiriler yaparız, yoksa insanlarla alıp veremediğimiz bir şey yok, kara gözlü mü paragözlü mü bizi ilgilendirmez?16 yıldır bizim mücadelemiz bu manada olmuştur, bize göre şimdiler de “yanlış” bir akım yer tutsun istenmektedir, eski tarihi evler “kültür” şemsiyesi altında “türkü bar” gibi, “türkü evi” gibi veya benzer simler altında kullanılmak istenmektedir, biz bunlara ve kendilerine ruhsat verenlere deriz ki: “bu şehir kutsal bir şehirdir” böyle olduğu içindir ki bu şehir geçmişte abdestsiz girilmeyen şehir olarak ün salmıştır.Her ne kadar “Sahabeler Camisinde” 25 şehid sahabenin isimleri biliniyorsa da şehrin çeşitli yerlerinde isimsiz nice şehitler yatmaktadır, onların ruhunu incitmeye hiç kimsenin hakkı yoktur, bazılarının gözlerini paranın “ışıltısı” bürümüşse surun dışında çok mekan vardır kendilerini bekleyen, mesleklerini oralarda icra eder, gözleri paraya doyar diye düşünüyoruz..Umarız kimseyi incitmedik, çünkü incitme amacıyla kullanmadık “özgür” kalemimizi, varsın başkaları para için kullansınlar, varsın başkaları kalemlerini patronun istediği doğrultuda kullansınlar, son söz bizim imzamızı taşıyan kitaplarımızı bile biz borçlanarak bastırdık ve hepsinin yarıdan fazlasını imzalayarak Diyarbekir’lilere “hediye” ettik, ömrümüz tükenmeye yüz tutarken onların da tükendiğini ve ikinci baskıları için zamanımızın sanki kalmadığını gördük.Şu inancı ısrarla yaymaya çalıştık; “Diyarbakır’da yaşamak başkadır, Diyarbekir’i yaşamak başkadır” Diyarbekir’in kadayıfını satanlar değil, tadanlar bilir ve en güzel şekilde anlatır, tıpkı bizim Diyarbekir’i yaşayarak anlattığımız gibi!..Selam ve dua ile.