USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

HAMRAVAT ACABA NEDİR?..(*) - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

KÜÇE BAŞI

TALEP: Rahmet pınarı su'dur, bir de "hamravat" olsa,

Her  gönül "kadeh"ine "sevgi" suları dolsa!.

Tarihi kaynaklar Diyarbekir'de bir zamanlar 130'u umumi, 300'ü özel olmak üzere tam 430 çeşme bulunduğunu yazar, bugün bir çoğunun yerlerinde yeller esen tarihi evlerin hemen hemen hepsinde "havuz" vardı, havuzu olmayan evlerde ise "taş bulak"lar vardı ki bu bulaklardan birisi bizim evimizde ve duvarın içindeydi, nahit taştan yapılmıştı,  musluğu yoktu, sadece ön kısmında bir delik vardı.

Bu bulaktan su aktığını görmedim, ancak rahmetli annem anlatırdı, bazı zamanlar gelen suyun içine kaynağında saman karıştırırlarmış, ancak hemen her evde bulunan "tulumba" ise bizim evde de vardı.

Diyarbekir su şehriydi sözünü biraz açalım ve öncelikle su kaynaklarını öğrenelim; Ulu Cami, İbrahim

bey ve Hamravat isimlerini taşıyan su kaynakları, Karacadağ'a dayanan bu kaynak sular şehire getirilmiştir.

Bunların içinde en önemlilerinden olan "hamravat suyu"dur ve "Kanuni Sultan Süleyman'ın Diyarbekir'e en büyük armağanı, Hamravat suyudur. 950/1453 tarihinde iki sene kadar Diyarbekir Valiliğinde bulunan "Bali Paşa" vasıtası ile "Gözeli" köyünden Diyarbekir'e getirilmiştir."

"Hamravat suyu"nun tadını biz biliriz de onun özelliğini  "Evliya Çelebi" de bilir, şöyle der bu ünlü seyyah: "bu suyun içine  pamuk koyup tartmışlardır.. İstanbul'da eski saray kapısı önündeki bir çok çeşme suyundan ıslanıp kuruyan pamuk ile  bu Diyarbekir Hamravat suyunun pamukları beraber tartılmış sudan etkilenmediği görülmüştür, bu kadar hafif bir sudur.

Eğer pamuğu ağır olsa acı olup faydasızlığına delalet ederdi. Hamravat suyu safra, soda ve balgamı yok eder denenmiştir. Osmanlı Sultanı İbrahim han bu suyun özelliklerini öğrenmiş ferman ederek 'elbette bana Diyarbekir'den hamravat suyu gelsin" demiştir, o tarihlerde Melek Ahmet Paşa Diyarbekir Valisidir.

Ferman gereği 40 tane çeşitli güğüm ve tuluma hamravat suyu doldurup payitaht'a göndermiş, lakin padişah İbrahim Han'ın oğlu dördüncü Mehmet İstanbul'a geldiği o gün Padişah olduğu için  o suyu içmek babasına değil de oğluna nasip olmuş."

Bazı çeşme ve kastalların ismini anmadan önce Anzele ve Arbedaş'ı hatırlatmak isterim, Anzele'nin suyu "Alipınar"dan gelirken, Arbedaş'ın suyu ise "kale"den gelir, o gün bugündür ne Anzele'nin ne de Arbedaş'ın ve Sahabeler camisinin suları hiç kesilmez ve yirmi dört saat akar durur.

"Asil" bir sudur Sahabeler camisinin suyu, şöyle ki yazın serin, kışın ılıktır, tadına doyum olmaz,  sahabeleri ziyarete gelenler bu caminin musluklarından akan sulardan mutlaka içerler ve bazıları on iki tane musluğun tamamından içer "şifa niyetine" diyerek..

  1. Şefik Korkusuz'un Diyarbekir'in kültürüne kazandırdığı eserlerden birisi de "Yazma eserlerde Diyarbekir kenti"kitabıdır, bu kitabın 97. sayfasında "eski çeşme ve sebiller" başlığı altında 51 tane çeşmenin ismi zikredilir, bunlardan bazılarını burada zikredelim istiyorum:


Dağ kapı bitişiğindeki çeşme, bir taş üzerine aşağıdaki şekilde güzel bir yazı ile yazılarak çeşmenin üzerine asılmıştır: "Hak Teala rahmet eyleye ana/Kim beni bir hayır dua ile ana" "Garip kastalı, Karaman kastalı, Velikethüda kastalı, tahtalı kastal, Hatun kastal"  Diyarbekir çeşmeleri hemen hepsi "bazalt" taşından yapılmış "tarihi çeşmelerdir, çoğunluğu cami ve mescidlerin yanında, ya da hamamların bitişiğindedir,

Bugün içlerinde pek azı faaldır, mesela "Sultan Şüca çeşmesi" bu çeşme Mardin kapısının hemen yanındadır ve  faaldır, son zamanlara kadar hatun kastalı da faaldi, biz bu kastalda hem su içer serinlerdik, hem de "has bahçeleri"nden aldığımız "marul"ları yıkar yerdik, biz o zamanlar marul nedir bilmezdik, bildiğimiz "has"tı, biz marula has derdik..

Adını andığım kitapta çeşmelerin isimlerinin arasında yer alır "Hançepek Polis merkezinin yanındaki çeşme" öyle ya bir zamanlar "hançepek"te eski tarihi evlerden karakola dönüştürülmüş bir polis merkezi vardı, çocukluğumda gittiğim "mahalle hocasının"  evinin hemen bitişiğinde idi o çeşme..

"Hatıralar"la birlikte anlatılır, camiler, hamamlar, çeşmeler, bağlar, bahçeler, çünkü buralarda geçmiştir hayat, yalnız anlatanın değil oraları gören ve yaşayanların da söylenecek sözleri, anlatacak hatıraları mutlaka vardır ki biz onlara yardımcı olalım diye bu bilgileri veriyoruz.

Evlerin suyu her zaman akmazdı ama küçelerdeki çeşmelerin suyu sanki kesilmezdi, evlerin suyu neden akmazdı derseniz bunu bizde bilmezdik, şu türküyü söyleyenlerde bilmezdi: "Diyarbekir bedendir/suyu akmaz nedendir/her gün akşam gelen yar/bugün gelmez nedendir"

Yukarıda adı geçti Anzele'nin, burası Diyarbekir'in "balıklı göl"üydü, içindeki balıkları Diyarbekir'liler yemez ve "ziyarettir" derlerdi, Evliya Çelebi de bu bilgileri verir seyahatnamesinde verirken "o balıkları yiyen çarpılır" dedikten sonra şunu da ekler: "anzele suyu azizler şeyhinin öldürüldüğü gün kıpkırmızı olmuştur, yani kana bulanmıştır, aynı durum Sultan Murad'ın Bağdat seferi esnasında da görülmüştür."

Garip mi, ilginç mi, ne desem bilmiyorum Diyarbekir'in bunca çeşmesi varken ama bir tanesinin üzerinde "hamravat suyu" diye yazmazdı, oysa Kocaeli'nde bir çeşmenin üzerinde "çene suyu" diye yazar ve bu su Kocaeli'nin "simgesi" olur.

Diyarbekir'in hem simgesi çoktur hem de suyu, simgeler çok olunca da "sudur" denilerek "sudan" bir bahane ile önemsenmemiştir, akla gelen ilk sebep bu olsa gerek diye düşünüyorum.

(*) BEN KÜÇEMİ ÖZLEDİM’DEN

 
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ