USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

DİYARBEKİR’İ KİM NEREDE ARIYOR? - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

KÜÇE BAŞI
ŞİİRLİ YORUM
Bazı bahçeler için kullanılır “saklı cennet sözü” bu söz daha ziyade merak uyandırmak için kullanılır, ancak bize göre Diyarbekir saklı şehir değil, “yitik” şehirdir, öylesine yitik şehirdir ki onu coğrafi olarak bulmak mümkün, ancak, fiziki olarak, kültürel olarak sanki mümkün değil.
Biz bu şehirde doğup büyürken bu şehrin elimizden kayıp gittiğini fark edemedik, onu göz göre göre yitirdik, gün geldi yitiğimizin farkına vardık ve elimizden kayıp giden bu şehri aramaya başladık,.2005’te dile getirmeye başladık yitiğimizi, bırakın dışarıdan gelenleri içinde yaşayanların bile aradığı bir şehir oldu Diyarbekir…
Hani bazıları yitiklerini bulmak için karşılarına çıkanlara sorarlar: “yitiğimi gördün mü?” diye, biz öyle yapmadık sadece bu şehrin özelliklerini güzelliklerini dile getirerek bulmaya çalıştık, amacımız bir zamanlar bu şehrin kültürel zenginliğini anlatmaktı.

Söze şöyle başladık

Bağrında bedenim can bulan toprak,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.
Yıkılmış mutfakta tütmeyen ocak,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Sevgilisini yitirmiş bir aşık edasıyla onun güzelliklerini sıralamaya çalıştık, nasıl mı?

Sevgindir kalplerde”taşınmaz” olan,
Kültürün, tarihin sanki kaybolan,
Bir il’ki içine yüz binler dolan,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Biz bu şehrin surlarının arasında kaybolduğunu gördük, oysa surlar bu şehri ele geçirmek isteyenlere geçit vermemişti, içimize bir kuşku düştü; yoksa bu şehir kendi içinde mi kaybolacaktı?

Yıkıma inatla direnen surlar,
Savaşlar, zaferler, büyük onurlar,
Selçuklu, Osmanlı, hatta Asur’lar,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Dua mekanlarını gördükçe umudumuzu yitirmedik, çünkü onlar sapa sağlamdılar, ancak onlara da ilgi azalıyordu günden güne..

Halvet baba, Sultan Şüca türbesi,
Şeyh Yusuf, Kamşlı, Sa’saa’nın sesi
Urfa kapısında “Gülşen türbesi”,
Sende arıyorum Diyarbekir’i,

Heyecanımızı yitirmiş olsak bile, tarihi yapılarından medet umar hale geldik, hiç olmazsa şehre gelen yerli yabancı turistler bu tarihi binalarla yetinsinler, buralarda yudumlasınlar çaylarını, kahvelerini..

Çifte han, Uğur han ve Hasan paşa,
Safa camisiyle, hem Nasuh paşa,
Sinan’ın eseridir şu Behram paşa,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Biz yitiğimizi ararken çay kahve içmek istedikse de arayışımızı sürdürmeyi yeğledik, çünkü o kadar çok anlatılacak yerleri, güzellikleri var ki yitiğimiz olan bu şehrin:

Süleyman Nazif’im, şair Tarancı’m,
Amid’in derdiyle dinmeyen acım,
Anzele’de kilim yıkayan bacım,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Bazıları bu şehre sahip çıkmak yerine onunla sadece övündüler, oysa biz övünmeyi sona bırakmış ve dövünmeyi tercihi etmiştik:

Şehrimdir diyerek övünen kesim,
Şanını anarken titreyen sesim,
Dününü bugüne taşıyan resim,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Şehirler büyüyüp, turizme açılınca şehir rehberleri çıkarmak moda oldu, nitekim bu şehre gelenlerin ellerine tutuşturulan haritada gösterildi “nerede ne var?”

Meraklı turistin haritasında,
Kurnası kurumuş hamam tasında,
Dünyanın bir kutlu coğrafyasında,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Bu şehrin müslümanı ve gavuru gurbete gitmeyi tercih etti, tarihin ötesinde başlayan “göç” bu devirde de yaşandı, demek ki onlar giderken götürmüşler özellikleri ve güzelliklerini bu şehrin, ya da gittikleri yerde yaşamayı hayal etmişler:

Gavuru gurbette gavur meydanı,
Turistin meskeni deliller han’ı,
Lebeni aşının bakır kazanı,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Biz ararken dizlerimize vurmuyoruz, giden gitmiş, biten bitmiş, bari eldekileri koruyalım diye düşünmüşüz:

Kendi el emeğim, kilerde küpüm,
Bulursam onu ben kulpundan öpüm,
Ben gibi ağlayan on gözlü köprüm,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Hançepek, sinek bazarı duruyor gibi olsalar da kırk düğmeli yeleği şimdi kimse giymiyor,

Sinek pazarında dokunan ipek,
Kır düğme ilikle giyilen yelek,
Paytonlar geçidi meşhur han çepek,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Kendi şivemiz de arada kaynadı gitti, her ne kadar bazıları inadına unutmayıp unutturmasalar da sanki tedavülde kalktı o güzelim şivemiz:

Kekom, dayzam, bibim, bacım,.kardaşım,
Çirik fırınında sönmez ataşım,
Beden’de inlayan sert bazalt taşım,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Güzeli güzelce tarif ederdi Diyarbekir’li, halhallı topuklar, hızmalı burunlar, peçeli yüzler, acaba hangi küçe çıkmazda kaldılar?

Dicle’den Fırat’a, Seyhan, Meriç’e,
Bulurum zanniyle gezdiğim küçe,
Yanakta gamzeyi gizleyen peçe,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Yalnız olmadığımızı gördük yitiğimizi ararken, yitirmedik ümidimizi, yüreğimiz dert küpü olsa da yitirmedik;

Ben gibi çok vardır seni arayan,
Yüreği dert küpü, gözü çağlayan,
Amid sevgisine ümid bağlayan,
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Sur içi artık “var” gibi değil, yok gibi, mabetlerin başında gelir Cami-i kebir ve bu şehrin fethinde bulunmuş sahabe-i kiram sevgimizi katmerleştirmeye yeterlidir, zaten bu yüzden “sevdam” dedik bu şehri anlatırken.

Var diye görünen şu eski şehir,
Mührüdür Amid’in Cami-i Kebir,
Sahabe diyarı başka ne denir?
Sende arıyorum Diyarbekir’i.

Ne zaman iç kaleye gitsek, orada gerçek kahramanların makberierini ziyaret etsek yitirmiş olduğumuz şehrimizi buluyor bulmak isteyenlere de salık veriyoruz. “Diyarbekir burada, Diyarbekir’liler burada”

Türbeler, Camiler, hamamlar, hanlar,
İçinde bir tarih geçmiş zamanlar,
Ashab camisinde şehid Sultanlar,
Sizde arıyorum Diyarbekir’i!..
Diyarbekir, 13.11.2005

Allah’a emanet olasınız, ömrünüze bereket sevgili okurlarım.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ