Eskiden Diyarbakır’da karpuz üreticileri, bostan sahipleri büyük karpuzları satmak için değil, NAM olsun diye yetiştirirdi. Çünkü büyük karpuz yetiştirmek zahmetli ve pahalı bir uğraştı.Büyük karpuz yetiştirmek için bostanda diğerlerinden daha büyük çukurlar açılır. Buraya ekilen tohumlara itina ile bakılır. Koğası zamanında verilir. Teyekteki gücün sadece bir karpuza aktarılmasını sağlamak için fazlalar ayıklanır sadece bir meyve bırakılır.Nam olsun diye yetiştirilen büyük karpuzlar genellikle kentin büyüklerine, ya da uzak kentlerdeki tanınmış kişilere hediye olarak gönderilirdi. Osmanlı döneminde her biri 70 kilo gelen karpuzların develere yüklenip İstanbul’a saraya gönderildiği söylenir.Üzerine şarkılar, türküler, maniler yakılan Çay Karpuzu tezgahlarda uzun kılıçlarla kesilir, kilo ile, dilim, dilim satılırdı.Karpuzcular ellerindeki kan kırmızı dilimleri bağıra bağıra gösterir, karpuzla ilgili manileri, tekerlemeleri peş-peşe sıralayarak dikkat çekmeye çalışırlardı.Düğünlerde, eğlencelerde söylenen türkülerin içinde mutlaka karpuz da vardır…Diyarbakır karpuzu hakkında Lokman Hekim neler demiş;Hastalıkları araştırmak için diyar diyar gezen Lokman Hekim Diyarbakır’a gelir. Daha sur kapısından içeri girer girmez çarşıda pazarda bolca patlıcan görür şaşırır.“Bu hazmı zor olan sebzeyi bu insanlar nasıl yiyebilir. Allah bilir burada bu insanlar çok hastalanıyor ve çabuk ölüyorlar.’’ diye düşünür.Çarşıda gezmeyi sürdüren Lokman Hekim bu kez karpuzcular pazarına girer. Bakar ki, iri iri karpuzlar kılıçlarla kesilip, dilim dilim halka satılıyor. O zaman da şöyle düşünür.“Demek işin sırrı karpuzda. Karpuz yiyerek patlıcanı hazmediyorlar.”İşte Diyarbakır karpuzunun önemi o kadar çok ki anlatılmaz. Ne yazık ki şimdilerde ne o karpuzlar ne de o tat kalmış, Çayda Çırayı Elazığ aldı, Karpuzu da Adana elimizden aldı.