USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

CERİDEDEN GAZETEYE!..

BİR MİSKAL

K A L E M

Kalpteki sıkıntıyı ancak kalem anlatır,

Öğrendikçe derdimi kağıda kan damlatır!..

MM

GÖZLÜYORUM

CERİDEDEN GAZETEYE!..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

67 yıldır matbaacılık mesleğim gereği gazete ile de haşir neşir bir haldeyim, desem ki bu zaman içinde matbaacılık ve gazete ile gazetecilik mesleğinin geçirdiği  “tebeddülatı” yani değişiklikleri tam anlatabilirim, bu yanlış olur, aldatmış olurum beni okuyanları ve bana inananları, çünkü çok hızlı yaşandı o günlerin diliyle söylenen “tebeddülat” yani  “teknolojik” değişiklikler..

Desem ki: “çok özledim elime bir kumpas alıp “kurşun” harfleri yan yana dizerek kelimeleri oluşturmayı, 10 punto, hatta 6 punto harflerle dizgi yapmayı, yine çok özledim o günlerde çok iyi gören gözlerimi, sabır ve beceri isterdi bir gazete sayfasının tamamını böyle elle dizerek mizanpajını yaptıktan sonra çembere alıp, vizo anahtarı ile sıkıştırıp baskı makinesine götürüp “gazete” olarak ortaya çıkmasını sağlamak..

Tam kırk yıl boyunca o sabrı gösterdim, şimdi başımı ellerimin arasına alıp o günlerle bugünleri karşılaştırmak istediğimde görüyorum ki bir “mürettiplik denilen bir “meslek” yok olmuş, matbaacılığın adı yaşıyor,mürettiplik bölümü önce “entertip veya linotiple” yok olmaya başladı, nasıl ki Köroğlu’nun “delikli demir çıktı mertlik bozuldu”  sözü bir gerçeği yansıtıyorsa aynen onun gibi mürettiplik de  bozuldu bu dizgi makineleriyle..

Şimdi bu satırları önümdeki bilgisayarda yan yana getirirken “ne kadar çok yorulmuşum” diyorum o  günlerde, matbaacılık tam olarak tarihe gömülmedi çünkü ismi kaldı, ancak  o günlerdeki gazete veya gazetecilik sanki tarihe gömülür gibi oldu, şimdi siz hiç caddelerde, birilerinin avazı çıktığı kadar bağırarak: “yazıyooor, akşam postası çıktı yazıyooor” dediğini duyuyor musunuz, o birileri böyle bağırırken kucağındaki bütün gazetelerin ismini de aynı anda sıralardı…

O zaman gazete “okunurdu” okur kitlesi vardı hatta iç sayfalarında “abone şartları” yazılırdı, bir yılık abone şu kadar, altı aylık, üç aylık şu kadar diye, bu günkü televizyon dizileri misali “tefrikaları” vardı gazetelerin,130  kilolu “koca Yusuf” kalp krizi geçirdiğinde tutunduğu pencerenin demirleri ile birlikte yere yıkıldığı da o tefrikalarda okunurken ne denli güçlü bir pehlivan olduğu öğrenilirdi..

Her gazetenin “muharrirleri” vardı, gazetesini alan önce makalelerini sevdiği muharririn sayfasını açar ve “acaba bugün Necip Fazıl (adı değmez” imzasıyla ne yazmış” diye merakla okurdu, tıpkı bir zamanlar İstanbul bab-ıali’deki muharrirlerin: “acaba Süleyman Nazif bugün ne yazmış Diyarbekir gazetesinde” diye meraklandıkları gibi,

Bir asır kadar ömür süren Diyarbekir gazetesi  son zamanlarında “baş muharrir” olarak “Tahsin Cahit Çubukçu”nun yazılarını okuttu okurlarına,

geçen zaman içinde “ceride” adı kullanılmaz oldu ve yerine “gazete” adı ikame olundu, bugün o ismi de söylenmiyor da sadece “medya” deniyor ve ikiye ayrılıyor bu medya “yerel ve ulusal” diye..

Şimdi matbaa ismen var ama, “mürettip” yok, kumpas yok, gale yok, vizon anahtarı yok, çift yok, espas yok, hatta takatuka bile yok, bilgisayar var bilgisayar, al bir tane bunlardan kendi gazeteni kendin çıkar ve medyanın arasına gir, okuyucu sıkıntısı çekmezsin çünkü “uydu “üzerinden okutursun gazeteni  ayak uyduramasam da matbaacılığın ve gazeteciliğin bugününü  Diyarbekir’lilerin diliyle “bi kırtik” hatırlatmaya çalıştım.

Selam ve dua ile.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ