USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

ALDANMAK / ALDATILMAK!..-1- (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

KÜÇE BAŞI

Bayram öncesi bu konuya ileriki zamanlarda “dönüş” yapacağımızı inşallah kaydı ile okurlarımıza söz vermiştik, kısmet bugüne imiş, sözün başında şunu belirtmekte yarar var, görüş ve sözlerimiz tamamen bize aittir, isteyen katılır, isteyen katılmaz.

Seçimlere bir yıldan az bir zaman kaldı, siyasi partilerdeki hareketliliğe bakılırsa sanki “hemen seçim” yapılacakmış gibi bir hava estiriliyor, siyasi partilerin kuruluş amacı ise “doğal olarak” “kazanmak” veya iktidara ortak olmak, tıpkı şu anda iktidarın iki partinin oluşturduğu “cumhur” ittifakının elinde olması gibi.

Aslında şöyle sorabilirdik bu soruyu: “Nasıl aldandık, ya da nasıl aldatıldık?” sözlerimiz “genel” manada olmasın için böyle sormuş olduk, “özele” gelince 1950 öncesindeki günleri “kamil” manada hatırlamam, o günlerdeki sıkıntıları ise büyüklerimden ne kadar dinlemiş, gazete ve kitaplardan ne kadar okumuşsam o kadarını bilirim.

1950 öncesi ve sonraki zamanlardan “acısını” rahmetli babam ve annemin yüz ifadelerinde gördüğüm “laisizm” anlayışı ve uygulamasının tepemizde “demoklesin kılıcı” gibi şakladığı günlerden söz ediyoruz.

O günlerde idi, “evlerin arandığı, başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere dini yayınların toplandığı, Allah demenin bile yasak olduğu, Behram Paşa camiindeki bir hocanın Kur’an okuttuğu talebelerini telislerde zabıtalar görmesin diye sakladığı, bu yüzden adının “telis hoca” olarak anıldığı o günleri anmamak ne mümkün?

Gına gelmişti insanlar bu sıkıntılardan, hangi gün bir ışık belirecekti, yok mu idi acaba “bu karanlık gecenin sabahı?/mahşerde mi idi yoksa biçarelerin felahı?” derken 1950 ve 54 seçimlerinde halk “yeter söz milletindir” dedi ve minarelerde yükselen “tanrı uludur tanrı uludur” sözleri yerlerini “Allahüekber Allahü ekber” tekbirlerine bıraktılar ve öyle sanıldı ki yanması beklenen ışık belirmiş ve hiç sönmesin isteniyordu.

Bir umut, içinde sevinç barındıran bir umut doğmuştu gerçeğe özlem duyan gönüllerde, sonra akışı durdurulamayan bir nehir misali zaman akıp giderken 1960 asker darbesinin gölgesinde yapılan seçimlerde o umut budanmıştı, İslam’ın hem bu ülkede hem de bütün alemde neşvü nema bulmasını istemeyen “şer cephesi” laikliği yeni bir din gibi sunar ve uygularken “sağ ve sol” kavramlarını piyasaya sürmüştü, yani eğer Müslüman isen “sağcı” olacaksın, değilsen “solcusun”

Siyasetin elinde ve siyasilerin dilinde “Sağcılık-solculuk artık bir malzeme olarak kullanılacaktı, hala da kullanılıyor, aslında bu bir “tuzaktı” ve amacı inananları içine çekmekti,  önceden var olan ve sonradan kurulan siyasi partiler ve onların liderleri parti programlarında ve söylemlerinde o tuzağı “renklendirerek” ortaya çıktılar.

Bazıları: “ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen” derken diğer bazıları da: “koç burcuna, yay burcuna/bebeklerin avucuna/ hak yol İslam yazacağız” diyerek umut aşılamaya başladılar.

Bunların ihlasından ilk başta şüphe edilmediği içindir ki her seçimin sonunda kazanan “sağcılar” oldu, yüce dinimiz İslam’a olan samimiyetimiz, bağlılığımız tamamen anlaşılmıştı, bu gerçek anlaşıldıktan sonradır ki devreye “görüntü” girdi, yani “sözde” Müslüman görünmek gerekiyordu, aldanmak ve aldatılmak “görüntü”  yardımıyla hissedilmeye başlandı.

Doğrudur, İslam, zahire baktığı için Müslüman de zahiri “görüntüye” baktı ve sevgili peygamberimizin (s.a.v.) şu mübarek sözünü kaale almadı: “kişinin namazı, orucu haccı sizi aldatmasın” uyarısına uyulmadığı için ilk kez “aldanmış” olduk…

Sözlerimiz bitmedi, çünkü sözünü ettiğimiz “tuzak” daha “usta” ellerde ve “tedavüle” kondu,  nasip olursa yarın devam etmek üzere sözü burada noktalamak gerekti.

Kalın sağlıcakla ömrünüz bereket sevgili okurlarım.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ