Uzman Klinik Psikolog Samet Gürkan Ustaoğlu konu hakkında önemli bilgiler verdi.
Toplumun her kesiminde görülebilen ve hayata küstüren bir sorun olan takıntılı olma hali, zaman içerisinde daha da şiddeti artarak hayat kalitemizi ve standartlarımızı düşürmeye başlar. Bu yüzden şu açıdan değerlendirilmelidir: Herkesin bir konuda takıntısı olabilir ancak takıntıları bir sorun olarak tanımlamak için hayatımızın işlevselliğini ne kadar bozduğuna bakmak gerekiyor yani hayat kalite ve standartlarımızı ne kadar etkiliyor. Örneğin, toplumumuzda belli bir kesim, kötü enerjiden kurtulmak için veya nazara inananların bundan korunmak için yaptıkları davranışlar arasında “dilini ısırmak” vardır. Bu davranış, aslında obsesyon denilen zorlayıcı düşüncelere karşı uygulanan bu düşüncenin gerçekleşmemesi için kompulsif denilen ve acilen yapılması gereken bir davranıştır.
Aslında bakıldığında, dil ısırmakla bir ilişkisi olmasa da nazardan veya kötü enerjiden korunmanın, yine de bu davranış yapıldığı zaman kişi kendini iyi hissederek rahatlamış bir şekilde hayatına devam eder. Bunu psikolojik açıdan değerlendirdiğimizde bu bir sorundur evet ancak hayat kalitemizi pek düşürdüğü söylenmez. O yüzden hayatımızın içerisinde olan hatta zamanla toplum tarafından kabul gören bu davranış hayatımızı yaşamamızı engellemediği için tedavi edilmesi şart değildir ancak defalarca el yıkama, kapıları sürekli kontrol etme veya sürekli ve abartılı temizlik yapma gibi davranışlar hayat kalitemizi de etkileyeceğinden bunları sorun olarak görüp bu tür takıntıları tedavi etmek gerekmektedir.
Öncelikle takıntının ne olduğunu tam olarak iyi bilmek gerekir. Takıntı, zihnimizdeki birçok düşüncenin yanlış olduğunu bildiğimiz halde yine de kafamızdan atmaya yetmemesi, her ne kadar mantık ve muhakeme yapsak da zihnimizden bu düşünceleri uzaklaştıramadığımız ve zamanla saplantı halinde gelen düşünceler veya fikirler olarak tanımlanabilir.
En sık görülen takıntılardan bahsedecek olursak; el yıkama, kapıları ve fişleri kontrol etme, hastalık bulaşacak korkusu, bir şeyleri yanlış yapmaktan korkma, birilerine zarar vermekten korkma, düzen-simetri takıntılığı, günah işlemekten korkma gibi örnekler verebiliriz. Tabii bu korkulara bazı kompulsif davranışlar eşlik eder. Örneğin, defalarca el yıkama, sürekli kontrol etme, kendini insanlardan uzaklaştırma, sevdiklerine zarar verebilme ihtimaline karşı kendini izole etme, sürekli eşyalarını düzeltmek, evine misafir kabul edememek, sürekli tövbe demek gibi...
Aslında bakıldığında bu takıntıları olan insanların birçoğunun ortak bir özelliği var. “Kötü bir şey olmamasına” çok odaklılar. Yani “fazla iyi niyetten” doğuyor aslında bu takıntılık. “Kimseye benden zarar gelmesin”, “vicdanen bu ağırlığı yaşamayayım” şeklinde geçmişten bu yana bizi yetiştiren ebeveynler ya da bakım verenlerimiz tarafından farkında olarak ya da olmayarak öğrendiğimiz yaşam biçimleri bugün bizi takıntılı bir birey haline getirebilmektedir. Obsesif kompulsif bozukluklarını yani bilinen adıyla takıntılık problemini, durumun karmaşıklığına göre bir uzman eşliğinde tedavi edilebilir bir durum olarak görebiliriz. Öncelikle günlük yaşam dinamikliğini daha yaşanılabilir ve hayat kalitesini artırmayı hedefledikten sonra daha geçmiş detaylar incelenerek bu durumun kaynaklarını sorgulayıp kişinin takıntılı olma hali tedavi edilebilir. Bu konuda şunu bilmek önemlidir, OKB durumun karmaşıklığına bağlı olarak pek kendi başına iyileşebilecek bir durum değildir. Bu yüzden hayat kalitesini ve standartlarını ne kadar etkilediği ile ilişkili olarak bu konuda bir uzman desteği alınmasını önerebilirim.
İlke Haber Ajansı