NEDEN HOŞ KARŞILARIZ ŞEHRİ ANLAMAYANI?

Hayatında köy görmemiş insana kalkıp köyü şehirle karşılaştırma yaptırma eziyetten başka ne olabilir ki? Siz, köy dışına zorunluluk dışında çıkmamış birinden şehri tarif etmesini bekleyemezsiniz. Eğer bağlı olduğu ilçeyi sorarsanız, az da olsa gezip dolaştığı mekânları bilir, size uğradığı yerleri anlatır.

Sorduğunuz kişinin ilçede anlatacağı yerler, sebze ve meyve ile uğraşıyorsa satış yerleridir, çoğunlukla. Belki şehre de ürettiğini götürmektedir. Size hal ortamını, semt pazarlarını anlatır, açık yüreklilikle.

Sorduğunuz kişi hayvan satıcısı ise, hayvan pazarını anlatır, hangi ürünün süt ve et üretiminde olması gerektiğini, hangi hastalıkların önünün nasıl alınacağını, hangi dönemde kesimlerin yapılması gerektiğini güzelce dinlersiniz.

Sorduğunuz kişi, tarımla uğraşıyorsa hububattan, baklagillerden bahsedince dinleyin. Tahıl çeşitlerini güzelce öğrenin, ekim alanlarında yapılacak işlerden haberdar olursunuz. Samanın ve nadasın ne zaman değer kazandığını bilin, zamanın kıymetini anlayın, emeğin ve alın terinin sıradan bir iş ve eylem olmadığını birinci kişiden dinleyin.

Sorduğunuz kişi ilçede oturmaktaysa şehre gelişi köylüden fazladır. Ondan şehri sormayın, şehirde gezmişliği şehirli kadar olmasa dahi, bilgisi söz konusudur.

Köylü kumaş aldığı, elbise satışının yapıldığı, yemeğin iyisinin ve ucuzunun yenildiği yeri, akşam dönüşünde çoluk çocuğa bir şeyler alınabilecek mekânları ezberlemiş, satıcıları tanımıştır.

İlçeli, ömründe görmek istediği yerlerin merakı içinde ucuz alışveriş mekânlarından pahalı alışveriş merkezlerine kadar, uğramadığı yer kalmamıştır. Tatmak istediği yemekleri pahalı yerde tatmış, tatlıları lüks pastahanelerde yemiş, baklavayı baklavacıda, kadayıfı kadayıfçıdan, dondurmayı dondurmacıdan almasını bilmiştir, bir seferlik olsa da.

Köylü, eskiden şehre gelirken tütün yerine filtreli sigara içme ayrıcalığını tadar, ilçeli en pahalısını cebinde taşır, ilçeye giderken göstere göstere gömlek cebinde teşhir eder, yalnızken filtresizi içer, toplulukta iken filtreliyi cebinden tek çıkarır, şehir görmüşlüğünü ifade ederdi.

İstanbul gören, giyimiyle konuşmasıyla büyükşehirde gördüklerini anlata anlata bitirmez, cebinde kâğıt parasının en üstüne elli liralıktan iki üç tane bırakır, içte olan beşlikleri, onlukları saklar, çay içerken zenginliğin alamet-i farikası parayı gösterir, Almanya’dan gelenleri taklit etmede ustaydı.

Şehirliye köyü ve ilçeyi sorsanız, anlatacağı ne olabilirdi? Sütünü, yoğurdunu, peynirini, sadeyağını aldığı, meyvesini, sebzesini özellikle aradığı, sofrasında ne varsa köylüye, ilçeliye muhtaç olduğu adamları kılığına kıyafetine özen göstermeyen, konuşmasını bilmeyen, hastahaneye hasta olmadıkça gelmeyen, okul okumamış, medeniyetten uzak kimseler şeklinde mi tarif ederdi?

Şehirli, şehre gelmeden önce nerede yaşardı, babası, dedesi hangi beldeden şehre gelmiş idi?

Şehirli, konuşmasıyla giyimiyle, duruşuyla, yürüyüşüyle kendisini farklı hissederken, hafta sonu, bayram ağzı ayaklarının kendisini götürme mecburiyetinde bıraktığı köye, ilçeye giderken kimleri görür, şimdi de?

Şehirlinin tarifi yanında köylünün ve ilçelinin bakışı saf ve daha temizdir. Şehri anlatmaları daha güzeldir.

Şehirli her tarifinde kibre, gurura yenik düşmüştür, başkasına benzeme adına özünü kaybetmiştir. Ezilmişliğini saklayarak geldiği özüne dönmekten utanır, şehrin imkânlarından elini-eteğini çekmek istemez, alışkanlıklarından vaz geçmez, varoşlarda-gecekondularında yaşamakta olsa bile kendisini “Şehirli” bilir, öyle gösterir.

Dünün yokluk ve sıkıntı dolu günlerini hatırlayamayanımız yok, aslında. Şehirden köye, ilçeye gelen şehirli akrabalarımızın getirdiği fırın ekmeği pasta, sıradan kadayıf ekmek üzerine katık bilinir, şeker ki küçük olmasına rağmen, bölünerek ağza atılır, ucuz plastik oyuncak saklanır, naylon top patlamasın diye dua edilirdi.

Şehirliye evde tavuk yumurtluyor olsa bile kesilir, yapılan et sulu bulgurdan, etli yemekten payımıza sadece tadı düşse bile, misafirimizi ağırlamak bizi mutlu kılardı. Süslü-püslü, biraz açık elbiselerle üstünlüğünü açıkça ilan eden şehirli, sandalyede otururken ayak ayaküstüne atmayı beden dilindeki üstünlük bilirdi. Hiç unutmam, şehir görmüş görgüsüz misafirlerden birinin evimizde yerde oturmama inadı, annemin dikiş dikerken kullandığı, benim ise ders çalışırken dikiş makinesi kenarına ilişirken oturduğum tahta sandalyeyi ilk oturuşta beğenmemesi notlarım arasında yer alır.

Şehirlinin görgüsüzlüğüne karşı ayranı halen tasta içmişliğimiz, bardakta ayran yudumlamanın keyfine varmayışız, soğanı sofrada yumrukla kırmamız esnasında kendimizi rahat hissetmemiz eksik olmaz.

Acaba bu satırları okuyan kimisi, bizi şehirde köy hayatını yaşayan olarak mı, görür? Evet, ömrünün dörtte biri şehirde geçen biri olarak, köy hayatının sadeliğine hasret biriyiz, şehir ortamında.

Topraktan uzaklaştıkça insan, asabîleşir, yardımseverliğini kaybeder, merhametten uzaklaşır, bencilleşir, sadece kendi kendisini düşünür, dostluğa yabancı kalır, kardeşliğe uzak durur, insanlıktan nasipsiz düşer.

Şehir tüketendir, üreten değil.

Şehir, memur olanın mekânıdır, köylünün ve ilçelinin değil.

Şehir, her şeyin parayla alındığı, suyun bile parayla yudumlandığı, ekmeğin lokmayla sayıldığı yerdir.

Bakmayın fabrikalara, üretim atölyelerine ve aldanmayın insanın giyimine kuşamına, sözüne. Göründüğü gibi yaşamadığının ifadesi olan yaşantısında her şey, sayılıdır. İçtiği çay, yediği simit, ikram ettiği ne varsa o gün harcamaya ayrılacak rakamın üstüne çıkmaz, çıkmamalıdır.

Kaldığı evin kirası, ulaşımı, elektriği, suyu, telefonu, fırından aldığı ekmeği kaleme vurulur, her ay. Kasaptan alınan et, pazardan alınan sebze ve meyve, hazırlanan listenin dışında olmaz. Bir kilo etten en az üç çeşit yemek çıkarmak, marifet ister. Etli yemekte yer alan lokmalar, kişinin tabağında görünendir. Karpuzun dilimle kesildiği, tabaklara bırakılıp, bıçakla kesilerek çatalla alındığı ortamda, çay içilen bardaklar bile küçülmüştür. Ekmeğin dilimle yenildiği, zeytinin taneyle peynirin gramla insan yaşamına katacağı renk ne olabilir?

Misafire ilginin ve hürmetin mesai saatleri dışında söz konusu olduğu, herkesin odasına çekildiği anda misafirin yalnızlığının arttığı şehirde köylünün, ilçelinin muhabbetini arar, durursunuz.

Şehirdeki misafirlikte gideceğiniz yere elinizde bir şey götürmeniz, kaldığınız süreyi belirler adeta. Çoğunlukla kalınan iki gün sonrası yüzlerdeki sıkıntıyı dışa vurmaktan kendisini alamayan anlayışına ne dersiniz?

Şehirliyi bu hale getiren kendisi midir? Aslında kazandığıyla ihtiyaçları bir birini dengelemeyen ortamda aybaşında verdiği taksitler, satın aldığı evin ya da kirada olduğu mülkün giderleri, kimseden yardım alamamak, yardımlaşmanın ve insanî olmanın yitmişliği, kendi kendisine olmaktan başka bir şeye yaramayan, bencilliği yaşam bilen, dürüstlükten sapmış, gündüz ağzı gece kapısı kapalı, evin dört duvarı arasında kendisini hapsetmiş, işle evarası gel-gitihayat bilen, paradan başka bir şey düşünmeyen, çalışmadığında günü zararla kapatmış bilen bir anlayıştır, şehirde yaşayanların, çoğunun düşüncesi…