MÜSLÜMANDI KUYUMCU USTASI AHMET ÇELEBİ!... - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)
- 18-03-2022 08:19
Nicedir bu konuyu yazmak istiyor ve fakat bir türlü fırsat bulamıyordum, yazmak isteyişimin bir sebebi bu şehrin geçmişte var olan ve fakat bugün unutulan “kuyumculuk sanatını ve onun ustalarını” yad etmek, diğer bir sebebi de bu meslek ile sanki geçmişte hep “gayrimüslimler” uğraşmış bazı sanatlar hep onlardan kalmış böylece ün'lenmişler, gibi yanlış bir algılamaya dikkat çekmek isteyişimdir.
Bir de bir zamanlar bu meslek dalının bugün de var olduğunu ve fakat isim değiştirdiğini belirtmek isterim ki o meslek dalı “sarraflıktı” günümüzde “sarraf” olarak kendini tanıtması gerekenler nedense “kuyumcu” sözcüğünü benimsemiş ve öylece icra-i sanat etmeye başlamışlardır.
Sarraflar altın ve para alım satımını yapan esnaf iken, kuyumcular altın madenini işleyen ustalardır, sarraflar kuyumculardan altın alır satarlar bir şekilde “döviz bürosu” hizmeti verirlerdi.
Konuyu devam ettirecek olursak Diyarbekir’de kuyumculuk mesleği geçmiş zamanlarda başlamış, tarihin hemen her döneminde kendinden söz ettirir olmuştur, sözün burasında tarihi kaynaklardan öğrenelim;
“Kanuni Sultan Süleyman" Diyarbekir'in Osmanlı'ya katılımından kırk yıl sonra 955-956 ve 961 yıllarında Diyarbekir’e gelerek uzun müddet oturmuş ve bunların birinde tahtını kurdurarak halka hitaben bir de nutuk irad eylemiştir.
Ahmet Çelebi, Kanuni’nin bu ziyaretlerinde hazır bulunarak takdire mazhar olmuştur. 956 senesi kurban bayramının arifesinde henüz şehzade iken Diyarbekir’e gelerek 72 gün kalan 2. Sultan Selim’le de Diyarbekir Valisi İskender paşa delaletiyle görüşmüş ve mücevherat satmıştır.”
Amacımız Osmanlı tarihini yazmak değil, bu tarihin içinde yer alan Diyarbekir’i ve buradaki kuyumculuğu anlatmaktır amacımız, tarihi kaynaklara baktığımızda “975’de Diyarbekir Valiliğine Sadrazam Meşhur Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Vezir Hasan Paşa tayin olunmuştur.
Kuyumculuk san’atının burada çok geliştiğini görüp takdir eden Hasan Paşa Kuyumcular çarşısını yapmaya başlar, bu kuyumcular çarşısından Ulu Camiye doğru bir kol atarak “ketenciler” çarşısını da buraya ilave eder.
...Hasan paşa bu çarşının şimal cihetinde büyük bir han yaptırır ki bugün “Hasan Paşa Han”ı namı ile maruftur. Han'dan cevahirciler, ketenciler çarşısı ile kuyumcular çarşısının ortalarına kadar cesim ve kabartmalı müzeyyen iki kapı koydurur.
İster ki, Diyarbekir’e gelen cevahir tüccarları bu handa misafir olsunlar ve bu kapılar vasıtasiyle "ham" taşları kuyumculara satsınlar ve burada işlenmiş olan mücevheratı da cevahir çarşısından satın alsınlar..
...Ahmet Çelebi ve şakirtlerinin yaptıkları boroşlar, gerdanlıklar, murassa kılıçlar, müzeyyen hançerler ve türlü türlü mücevherat, süslü avizeler, aynalar hep ketenciler çarşısındaki dükkanlarda bulunurdu..”
Dikkatleri çekmek istiyorum Diyarbakır’ın o günlerdeki kuyumculuk sanatına ve ustalarına, ne diyor, Ahmet Çelebi diyor, şakirtleri yani çırakları diyor ve bunların ustalıklarını anlatmaya çalışıyor okuduğumuz tarih bilgileri, o tarihlerde “gayrimüslimler” bu şehirde yok mu idi, vardı elbette ama kuyumculuk sanatında “Ahmet Çelebi” adı okunuyordu..
Tarihi öğrenmeyi sürdürelim: “...978’de Hasan Paşa Diyarbekir Valiliğinden ayrılmış, yerine dünyanın en önde gelen zenginlerinden “Özdemiroğlu Osman Paşa” tayin olunmuştu. (Özdemiroğlu Osman Paşa başka diyarlarda vefat ettiği halde vasiyeti üzerine Diyarbekir'e getirilmiş ve Kurşunlu Caminin yan kısmına defnedilerek üzerine bir türbe inşa edilmiştir.
(Bazıları Özdemiroğlu Osman Paşa Diyarbekir'de Valilik yaparken Fatih Paşa Camiinin (kurşunlu Cami) mihrabının hemen altında "Yunus" (a.s.)in mezarının bulunduğunu öğrendiği için buraya defnedilmesini vasiyet ettiğini söylerler.)
Nihayet yüz binlerce lira sarfiyle tamamı yedi senede biten “Hasan Paşa Hanı”nın hizmete açılması merasimini Osman Paşa yapmış ve kuyumcular reisliğine Ahmet Çelebi getirilmiştir. (982) tarihli kitabe hanın büyük kapısı cephesinde bulunuyor...
...Bu esnada Osman Paşa Diyarbekir Valiliğinden ayrıldı, yerine (Derviş Paşa geldi Sokullu hanedanındandı) Hasan Paşanın amcası oğlu idi, bu arada İran Seferi çıkmış ve Sokullu Hasan Paşa’da sefere memur olarak Diyarbekir’e gelmişti, Ahmet Çelebi’nin kendisine sunduğu mücevheratta gördüğü San’at kudretine hayran kalmıştı.
...Bu müddet zarfında Ahmet Çelebiye yakut, mücevher, lail, zebercet ve altın-gümüşe dair birçok sanatlı işler ısmarlamıştı. Paşanın yaptırdığı bu mücevheratta en kıymetlisi (Kahibişit) ismindeki serir ile (Ravzaibihişt) adındaki irem bahçesinin benzeri idi..
Konuya giriş yaparken tarihi biraz aralayarak bu şehirdeki bazı sanatlardan özellikle kuyumculuk sanatından ve kısaca da “sarraf”lıktan söz etmiş adını altın harflerle Diyarbekir tarihine yazdırmış olan bir ustadan “Ahmet Çelebi”yi andık.
Bunu yaparken de amacımızın “tarihi” anlatmak olmadığını, bu sanatların bir zamanlar “müslümanlar” tarafından nasıl ustaca icra edildiğini belirtmek olduğunu vurgulamaya çalıştık.
Yakın tarihte diğer sanat dallarında olduğu gibi kuyumculukta da bu şehirde “gayrimüslim” ustaların yaşadığını da inkar etmiyor, hatta kabul ediyoruz ama, kuyumculuk mesleğinin çok ötelerden müslümanların eliyle geldiğini de vurgulamaya çalışıyoruz.
Tarihi kaynaklar devamla der ki: “... Ahmet Çelebi bütün kuyumcu ustalarını ve yetiştirdiği şakirtleri başına toplayarak her birine kudret ve maharetine göre işler vermiş, en zarif sanat işlerini de kendisi deruhte ederek iki eşsiz eseri on senede bitirmiştir.
Bu eserlerde yapraklarına, damarlarına, yemişlerin kabuk ve içlerine varıncaya kadar öyle bedii bir surette nakşeylemiş idi ki, masnu olduğunu (sanat eseri) bilmeyen bir adam ansızın görünen yemişi koparmak hevesine düşebilirdi..
...1006 yılında Bağdat Valiliğine tayin olunan Hasan Paşa Diyarbekir’e uğrayarak bu eşsiz sanat eserlerini görüp ustasını sonsuz mükafatlara boğdu. Paşanın Bağdad’a gidişinden bir sene sonra yapımı tamamen biten bu eserleri keleklerle Bağdad’a götürerek kurdurdu ve herkesin gözlerini kamaştırdı.
Peçevi İbrahim efendi bu eserler hakkında şöyle diyor: ‘Hasan Paşa Bağdad beylerbeyi iken kırk-elli bin kuruşluk gümüşten Kahibişit adlı seriri ihdas eder ve üzerine yine simiham (saf gümüş)den eşcar ve evrakı bahar makulesi esmar (resimler işleyip) bir veçhile tertip ve tezyin eder ki ukul hayran kalır.. (bahardaki güzelliklerin, güllerin, çiçeklerin nakşedildiği bu güzelim eserleri görenlerin akılları hayran kalır)
...Ahmet Çelebi’nin san’at yadigarları yalnız bunlardan ibaret değildir, bir çok cami, mescit ve türbelerde bulunan kapı ve pencereler avize ve süslü kandiller hep onun, o üstadın eserleridir.
...Mevlana’nın Konya’daki türbesinde gümüşten yapılmış ve gayet müzeyyen olan ikinci kapısı da Hasan Paşa tarafından Ahmet Çelebi veya şakirtlerine yaptırılmıştır.
Ahmet Çelebi 1010’da vefat etmiştir, bu zatın himmeti ile kuyumculuk san’atı Diyarbekir’de çok terakki etmiş ve şakirtlerinin her biri kudretli sanatkarlardan olmuşlardır.
Dördüncü Murad Bağdad’ı aldığında emakini mübarek tezyinatını (kutsal mekanların tezyinini) Diyarbekir’den ısmarlamış ve Diyarbekir’e gelip 71 gün oturduğu sıralarda bu siparişleri Ahmet Ustanın şakirtleri yapmışlardır.
...Naima tarihinde şöyle anlatılır: ‘Padişah Hazretleri eyyami şite (kış günleri) olmağla 71 gün Diyarbekir’de ikamet buyurdular. Hazret-i İmam-ı Azam türbesine simiham (saf gümüş)ten bab (kapı) ve şebike ve avizeler ve müsenna kandiller tertp olunup ol diyarın meşhur kuyumcularına yaptırıp mahalline vaz olunmak için Bağdad’a irsal eyledi (gönderdi).
Bilmiyorum bir şeyler anlatabildim mi, bu anlatılanlarla, bu şehirdeki bir zamanlar var olan kuyumculuk sanatının “pir”ini tanıtabildik mi, günümüze geldiğimizde bu şehirde belki yüzlerce dükkanın üzerinde “kuyumcu” yazar da bir tanesinden çekiç sesi işitemezsiniz, bir tanesinin içinde bir atölyenin varlığını hissedemezsiniz.
Not olarak şunu de hatırlatalım, Hasan Paşa Hanı sanat ve sanatkarların mekanı olmakla günümüzdeki sanat mekteplerinin de başlangıcı olmuştur.
Yakın tarihlere kadar şimdi sur içinde bulunan ve girişinde “tarihi kuyumcular çarşısı” yazan çarşıdaki dükkanların üst katlarında atölyeler vardı, buralardan çekiç sesleri yükselirdi ama, şimdi sessizlik hakim, sadece aldığını satan “sarraflar” mevcut ki, o sarraflar kendilerine kuyumcu demeyi yeğlemişler de müşterilerine sattıkları mücevheratın adresini de “Trabzon” olarak vermektedirler..
Ne acı değil mi?”
Acı ama gerçek!..
Berhudar olasınız, ömrünüze bereket sevgili okurlarım!..