KEÇİ BURCUNDAN BİR ŞİİR VE BİR YORUM - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

ŞİİR

FERYAT

Bu şiir 18 YIL ÖNCE Mardin kapı mezarlığının yakınındaki meyhanelerden duyulan üzüntü ile yazılmıştır.

Keçi burcundayım, mevsim ilkbahar,

Duyuyorum işte Dicle ağlıyor.

Nerede eski şen şatır çağlar?

On gözlüm yas tutmuş kara bağlıyor.

 

Köprümden akıyor su ile tarih,

Yol vermiş maziye, yeşil Silvan’a,

Soruyor yolcuya bu nasıl talih?

Yaşlı gözleriyle bakarken bana.

 

Esfel sükut etmiş, kırklarda figan,

Hatun kastalını el alıp gitmiş,

Şemsilere baktım benden perişan,

Güzel nağmeleri yel alıp gitmiş.

 

Makyajı pek güzel gazi köşkünün,

İnanın onunda içi kan ağlar,

Sesinin yankısı şark bülbülünün,

Özlenen onlardır, o eski çağlar.

 

Meyhane… bir adım ötesi mezar,

İşte Mardin kapım, işte manzaram,

Acılar ruhumdan şi’rime sızar,

Bu şehri bu halde gördüm yanaram.

 

Nerede ben-u sen, nerde Cin Ali,

Kulağımda çınlar Celal’in sesi.

Karpuzum nerede hani şeftali?

Şaşırdım söyleyin bura neresi?

 

Keçi burcundayım mevsim ilkbahar,

Arıyor gözlerim Diyarbekir’i.

İçim alev alev tutuşmuş yanar,

Kurtarın Amid’i, şu kadim şehri!..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

23.07.2003 Diyarbekir

HASBİHALİMİZ

Şehir Diyarbekir…

Yer Mardin kapı…

Mekan Keçi burcu…

Tarih 2003

Ne zaman ki ruhumuz sıkılır, onu rahatlatacak, ferahlatacak bir yer, bir şey olsun isteriz, kırsal kesimde olsak tepelere, dağlara çıkarız, kayalara oturur gelen esintileri ruhumuzda hissederken “duygu” yükleniriz.

Bu şiiri yazarken de yüksek bir yer aradık, kabristan ziyaretine giderken “Keçi burcu” bize bakarken sanki sitem eder bir halde idi, “öyle ya madem ki yüksek yeri istiyorsun ruhunu dinlendirmek için bu şehirde benden yükseği var mı?”

Bu tarihi burç haklıydı, zira kendisi zaten yüksek, bir de aşağısındaki “esfel” bahçeleri belki yüz metre, belki daha fazla idi derinlik olarak..

Kabristan ziyaretimizi yaptıktan sonra içimizden “haklısın” dedik keçi burcuna ve çıktık merdivenlerinden, tıpkı hayat merdivenlerini çıkarken dizlerimizin yorulması misali yorularak..

Kabristana giderken hayli hüzünlenmiştik, çünkü kabristanın çok yakınında yol boyu “meyhaneler” vardı, dönerken de mezarlarında ziyaretimizi bekleyen rahmetle andığımız yakınlarımızın kalbimize bıraktığı hüzün vardı,

bu iki hüzün birleşince kalbimizde okuduğunuz şiir şekillendi..

Yakıştıramazdık bir yanda mezarlık, diğer yanda meyhaneler..Bu garip bir haldi, belki dünyanın hiçbir yerinde böyle bir tablo oluşturulamazdı, gel gör ki Diyarbekir bu tablonun oluşturulduğu şehirdi…

Mardin kapı kabristanında yatanlar yaşadıkları zamanlarda şöyle bir türkü söylemişler “Mardin kapı şen olur” acaba bu meyhaneleri açanlar Mardin kapı şen olsun diye mi içki satıyorlardı?

Yıllar önce şu menkıbeyi dostlarımdan biri anlatmıştı: “Tillo şeyhlerinden biri hiç Türkçe bilmez, sadece Mardin kapı şen olur” dermiş, bu zat vefat etmiş ve Mardin kapı kabristanına defnetmişler…

Bu zatın vefatından otuz yıl sonra bir akrabası da vefat etmiş, ancak kabristanda yer kalmamış yeni vefat edenler için, “Mardin kapı şen olur” diyen şeyhin mezarını açıp akrabasını onun yanına gömmeye kara vermişler ve otuz yıl önce vefat eden şeyhin mezarını açtıklarında görseler ki o zatın cesedi hiç bozulmamış ve devamlı söylediği “Mardin kapı şen olur” sözü ile bir “keramet” ehli olduğu anlaşılmış..

Şiirler böyledir işte, yazılanda ayrı mana, okunanda ayrı mana taşırlar…

Selam ve dua ile.