KEÇİ BURCU HİKAYELERİ -8- (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

DİYARBEKİR’İ TERK EDENLERİN HİKAYESİ

Yer: İstanbul

Semt: Kadıköy

Mekan: Bir Diyarbekir'linin dükkanı..

İsnat edilen suç: Diyarbekir'in  terk edilişi.

SANIKLAR: Diyarbekir'i çeşitli bahane ve sebeplerle terk ederek uzak şehirlere giden hemen herkes..

İddia ve itiraf: Yine Diyarbekir'i terk ederek uzak şehirlere giden hemen herkese, suçun itirafı da onlardan..

Dert adamı söylettiği gibi, bir araya da getirir, bir derneğin, ya da vakfın çatısı altında toplar bazı zamanlarda bu ve benzer mekanlar bulunmazsa bir dükkan bile bu işi görür, hikayemizin kahramanları da bir dükkanda toplanmışlar, birbirlerine itiraf ediyorlar, Diyarbekir'den ne sebeple, ne bahane ile ayrıldıklarını, sözü en yaşlılarına verdiler:

Ekmeğini yedim, suyunu içtim,

Ben seni terk edip gittim diyarım.

Gün geldi yuvamı gurbette seçtim,

Ben seni terk edip gittim diyarım..

İçlerinden birisi el kaldırdı, heyecanlıydı, belli ki söyleyeceği sözleri vardı, söz alınca şöyle sürdürdü itirafnameyi:

Sayende kazandım, üç beş kuruşu,

Cömertlik yiğitlik, mertçe duruşu,

Başıma konunca gurbetin kuşu,

Ben seni terk edip gittim diyarım.

Bu itiraf büyük bir gerçeğin ifadesiydi, öyle ya bu şehirden başka uzak şehirlere gidenlerin çoğu, belki de hepsi Diyarbekir'de kazanmışlardı servetlerini, doymamışlar daha da kazanalım diye başlarına konmuştu o "gurbet" dedikleri kuş..

Dilleri çözülmeye başlamıştı, madem ki itiraf ediyorlardı,  samimiyetle yapmalıydılar bu itirafı, nitekim söz kendisine verilen Diyarbekir’li şöyle dedi:

Daha büyük kentler girdi rüyama,

Hele o İstanbul hakim hülyama,

Sandım ki renk gelir yeni dünyama,

Ben seni terk edip gittim diyarım.

Rüyalar pembedir bazı zamanlarda, hele hülyaları da varsa insanların aldanmaları öylesine kolay olur ki! Söz dördüncü kişide idi:

Hepsi köşk misali evlerin varken,

İçinde çok mutlu hayat sürerken,

Bilmezlik kapımı çalınca erken,

Ben seni terk edip gittim diyarım.

Samimi itirafların ta kendisi değil mi bu sözler? O samimiyeti şimdi bir başkası gösteriyor:

Birazcık dünyalık geçince ele,

Kapıldım göç denen o çılgın sele,

Bilmedim feryadım gün gele dile,

Ben seni terk edip gittim diyarım.

"Göç" Diyarbekir'in sanki genlerinde var, diye düşündü kendisine söz verilen ve 1915'ten sonraki zamanı bir sinema şeridi gibi gözlerinin önüne getirdi, önce gayri müslimlerden Amidi terk edenleri hatırladı, daha sonra onların yerlerine doğu vilayetlerinden gelenleri, sonra kendi göçlerini ve son olarak da terör dolayısıyla bu şehri bırakıp gidenleri düşündü ve şöyle dedi:

Değiştim paraya doğduğum evi,

Eyvanı çardağı, havuş, kileri,

Damında taht'ımla yünden minderi,

Ben seni terk edip gittim diyarım.

Böyledir işte, güzel sürekli birlikte bulununca bazen çirkin görünebilir, ne zamanki ondan ayrılır insanlar o zaman nasıl bir güzeli, bir güzelliği terk ettiklerini anlarlar ama, iş işten geçmiştir, tıpkı hikayemizdekilerin itiraflarında dile getirdikleri  gibi:

Suyunu her yerin hamravat sandım,

Yitirdim o tadı, bulmadım yandım,

Dicle'yi hor görüp denize kandım,
Ben seni terk edip gittim diyarım.

Söz sırası kendisine gelen kişi içinden: "yalnız sen mi kandın denize, plaja?"  Diyarbekir'de yaşadığı zamanlarda evinin musluğundan "sebil"cesine akan  hamravat suyunun yerine geldiği bu şehirde parayla alıp içtiği su ona önce bir ah çektirdi ve şöyle söyletti:

Ardımdan yıktılar evleri bir, bir,

Duydumki küçede katlar yükselir,

Sebebin ben oldum can Diyarbekir,

Ben seni terk edip gittim diyarım.

Sanki boşunaydı bu itiraflar, nedametler, çünkü artık geri dönüş yok, olsa da ne o evler kalmış, ne eski insanlar, ama "kişi kusurunu bilmek gibi irfan omaz" denmiş ya, hiç olmazsa bu irfanı sergileyelim diye düşünmüş Kadıköy'deki o dükkanda bir araya gelen bir kaç Diyarbekir'li, şimdi söz bir başkasında:

Göz yaşım sel olur akar gözümden,

Hatıran bir lahza düşmez gönlümden,

Sevgin daha aziz, inan özümden,

Ben seni terk edip gittim diyarım.

Son sözü alacaktı içlerinde orta yaşlı olan birisi, "öyle sözler söylemeliyim ki bütün arkadaşlarımın hissiyatına tercüman olayım" diye düşündü, gerçi en başından beri söylenen sözlerin hepsi hissiyatlarının tercümanı idi, şöyle bağladı son sözü:

Surların, mabedin, bazalt taş yapın,

Bizleri çağırır dört büyük kapın,

Derim ki yavruma: "tez gidin yapın",

Ben seni terk edip gittim diyarım!..

Suçlular suçlarını itiraf ettiler, peki böylesine azim bir suçu işleyenlerin cezalandırılmaları gerekmez miydi, yine en yaşlıları şöyle dedi ceza hususunda: "Aslında bizim Diyarbekir'den ayrı yaşamamız bizler için en büyük cezadır, kaçıp geldiğimiz bu şehirler bizim için hasret ve cezaevi olmaktan öte bir şey değildir, bu ceza bizlere yeter de artar bile!.."

Hepsi onayladılar bu sözü ve büyük bir pişmanlık içinde evlerinin yolunu tuttular, kimi bir saatte gidebildi evine, kimi iki saatte, kimi gidemedi de bir arkadaşında kaldı o gece..

Selam ve dua ile