KAYIP KABRİSTANLAR (*) - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

KÜÇE BAŞI
KİTABE: Kabristan'da isimsiz garip gureba vardır,
"Mazi" denen kitabın her satırı mezardır!..
Şeyh Muhammed düzlüğünü bileniniz var m?
Önce bu kabristanda kimler var, deyip bir kısmının adını rahmetle analım istiyorum, eskiler "mardin kapı kabristanı" demezlerdi de "şeyh Muhammed düzlüğü" derlerdi.
Çünkü burada türbesi bulunur "Gülşeni" tarikatının kurucusu "İbrahim Gülşeni"nin babası "şeyh Muhammed Gülşeni hazretlerinin, bu zatın adını şehir halkı kısaltarak "şeyh mehemet" diye anmışlardır.
İbrahim Gülşeni hazretlerinin dünyaya geleceğini ise doğmundan üç asır önce ehl-i keramet olan Mevlana Celaleddini Rumi muştulamıştır, şimdi o türbenin çevresinde Gülşeni ailesinden insanlar medfun bulunmaktadır.

Kabristana girildiğinde hemen sağ tarafta "şeyh Zeki"nin kabri, bitişiğinde ise o'nun müridi "şark bülbülü ve Ulu Cami ser müezzini Celal Güzelses" biraz yakınlarında Celal Güzelses'in yetişmesinde büyük emeği geçen "Ahmet Yüksekses (Ahmeki) nin kabri görülür.
Orta kısımlarda "Hafız Celal Sevimli"nin medfun bulunduğu mezar bulunurken yolun aşağı tarafında iki büyük zatın mezarları vardır, bunlardan Şeyh Abdülcelil Efendi, diğeri Dağıstan'lı Şeyh Seyyid baba"dır.
Ayrıca "Hafız Tarık Çıkıntaş"ın da mezarı da bu kabristandadır, aslında bu kabristanda bulunan ve "manevi dinamik" denilen zatlar pek çoktur, biz ilk etapta hatırladıklarımızı andık.
Bir zamanlar Diyarbekir'e gelmiş bir seyyah olan "Gabriel" bu şehri etüd emiş, incelemiş, surların yıktırılmasını istiyen zihniyete karşı çıkmış ve onları yıkılmaktan kurtarmış, bununla da yetinmeyerek bir kitap yazmıştır.
Bu kitabın içindeki 34 ve 35 numaralı fotoğraflarda Mardin kapı kabristanının şimdiki yerinden önce Mardin kapısından hemen çıkışta olduğu görülür.
Daha sonraları bu kabristanın bir kısmı yola verilmiş, bir kısmı ise "Cumhuriyet parkı" denilerek parka dönüştürülmüş ve haliyle şehir halkı cenazelerini Şeyh Muhammed düzlüğüne getirir olmuştur.
Hem sonra bu fotoğraflar olmasa bile şehrin diğer kapılarının dış kısmı nasıl kabristan ise aynen Mardin Kapının da dışında kabristan olduğunu anlamak mümkündür.
Bugün artık bu kabristanda denebilir ki "yer" kalmamıştır, ancak sahipleri "eski" mezarlarını açtırarak yakınlarını gömebilmektedirler, eğer zamanında "aile mezarlıkları oluşturulmasaydı belki bugün böyle sıkıntılı bir durum olmazdı.
Bir de yine aynı kabristanda bulunan bir "anıt" yapıya dikkatleri yeniden çekmek istiyorum, “Medeniyetler Mirası Diyarbakır" kitabının 307. sahifesinde bu anıt yapının üst başlığı: "Şeyh Muhammed namazgahı" şeklindedir.
Bu namazgah hakkındaki bilgiler ise: "Şehir merkezinin güneyinde, sur dışında, eski Mardin yolunun batısında ve mezarlığın girişinde yer almaktadır.

Mihrap üstündeki kitabeye göre 276 H./1859-60 M. yılında Sait paşa tarafından yaptırılmıştır" denilen ve daha başka bilgiler sunulan bu yapı halkın deyimiyle "Şeyh Mehmet düzlüğü"nde bulunmakta ve bir zamanlar Diyarbekir'lilerin gerek "bayram"larda kullandıkları, gerek ay ve güneş tutulmalarında ve gerekse "yağmur duası"na çıktıklarında topluca namaz kıldıkları, dua ettikleri tarihi anıt bir yapı olup "namazgah" ya da "üstü açık" bir mabettir. (s. 307/aynı eserdeki 73 ve 74 no:lu fotoğraflar)
Bu anıt yapıda bir mihrap, bir minber ve bir de cemaat yeri bulunduğu için inşasından iki asra yakın bir zaman sonra kabristanda namaz kılmanın dinimizce caiz olmadığını bilmeyen birileri tarafından o güzelim "bazalt taşlı" duvarları tuğla veya briketle bir ara "restore" bile edilmiş ve restore edilen her eser gibi "koruma" altına alınmadan öylece bırakılmıştır.
Bu anıt yapı şimdi bir şekilde orijinal şekline dönüştürülebilir, çevresi de düzenlenebilir eğer "anıtları korumak gerekir" diye bir inanç hala içimizde yaşıyor ve bu işlerle ilgili resmi bir kurulda bulunuyorsa!..(**)
Aslında geçmişte yapılanlar belki geçmişte kalmış gibi algılanabilir ama, kalmamalıdır, neden denirse bu şehrin "manevi" zenginliğinin yaşandığı zamanlara da "geçmiş" diyoruz, o zenginliği bulup ortaya çıkaramazsak da varlığını kanıtlamak adına geçmişi anabiliriz.
Sözün burasında "Mustafa Akif Tütenk ve Abdülğani Fahri Bulduk"un yazdığı ve "M. Şefik Korkusuz"un Diyarbekir'in tarihine, kültürüne kazandırdığı kitaplardan birisi olan "Yazma Eserlerde Diyarbekir kenti" adlı eserin 144. sahifesinde "Mezarlıklar" başlığı altındaki bilgiyi dikkatle okumalıyız:
"Asr'a hazırlık yapmak ve eski mezarlıklardan istifade etmek üzere yapılan kanuna istinaden Diyarbekir Belediyesi, sur içi ve sur dışındaki mezarlık ve türbeleri tahrib ederek meydan haline getirdi.
Her yeri bugünkü para ile 200 liraya binlerce tarihi mezar ve kitabeleri yok etti. Camilerdeki şaheser mezar abidelerini ortadan kaldırdı.
Safa Camii harimindeki Muslihiddin-i Lari'nin mezarını yok etti. Urfa kapı dışındaki mezarlıkta yatan Hami, Lebib, Vali, Azmi'lerle meşhur kahramanlardan; Rıdvan isimli zatın mezar ve türbelerinin
Evet geçmiş ama işte böyle bir geçmiş... Biz de bütün bunları hayıflanasınız diye değil, geçmişe tuttuğumuz "ayna"ya bakasınız diye yazıyoruz.

BİR KATRE
Eskiden harabeydi, şimdi tam "harap" oldu,
"Bazalt" taşı çatladı, derdinden "türap" oldu!..

(*) Ben küçemi özledim sayfa 43
(**) Bu eser maalesef yıktırılmıştır