GELENEKSEL MESİRE “PİKNİK” KÜLTÜRÜMÜZ… - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

KÜÇE BAŞI

Oldum olası Diyarbekir’in taşı serttir, havası sıcaktır ama, insanı yumuşak kalplidir, sabırlıdır, koca bir kış mevsimini evinde geçirir, baharı gördüğünde ise yerinde duramaz ve “çıhari” dediği mesire alanlarına gider, şu hususu hatırlatmakta yarar var, geçmişin yani dünün mesire kültürünü anlatmaya çalışıyoruz.…

Giderken beraberinde kilim götürür, habene götürür, dolma yapmak için gerekli sebzeleri götürür, darbuka ve karpuzunu hiç ihmal etmez, o zamanlar şehirde ne taksi var, ne dolmuş, ev halkına düşer bu malzemeleri taşımak, zaten gidilecek yerler öyle uzak yerler değil.

Herkes ezbere bilir mesire alanlarını, bazıları öyle uzun boylu oturmayacağı için “şemsileri” tercih eder, buradan seyreder on gözlü köprüyü, esfel bahçelerini, suya ihtilaç duyarsa  “hatun kastalı hemen aşağıdadır.

“Seman köşkü” de yakındır, sonradan “gazi köşkü oldu adı, kırklar dağı sanki kucağını açmış da “haydi gelin” demektedir, mevsim “kara höbür” zamanı ise bu tatlı meyvenin bahçeden alınıp yenmesi çok daha güzel olacağı için akşam serinliği tercih edilir, burada kara höbür para ile satılmaz,  herkes tasını, sepetini doldurup ailece oturdukları yere götürür..

Bir hatıramı anlatmadan geçemeyeceğim, sonradan icat edildi, Gazi köşküne kamyona binip gitmek, biz ailece çıharı gitmeye karar vermiştik,  iki kamyon yan yana durmuş, muavinleri bağırıyordu: “Gazi köşküne gider” diye, kalabalıktık, bindik ve muavin para toplamaya başladı: “kişi başı on kuruş” deyince itirazlar başladı: “yandaki kamyon yedi buçuk kuruşa götürüyor” denilince hepimiz indik ve yedi buçuk kuruşluk kamyona bindik..

Biz henüz gazi köşküne varmıştık ki bir haber geldi: öbür kamyon yüz metre aşağıdaki esfel bahçelerine devrilmiş, ölenler var, hatta annesi ölmüş bir bebek annesinin göğsünden süt emiyormuş, bu hatıramı çok zaman sonra anlattığımda birisi. “O bebek hala yaşıyor” dedi..

Dicle kenarı “kavaklık” idi, buraya da yürüyerek gidilirdi, fiskayadan aşağıya yol vardı ama iki kişi yan yana yürüyemezdi, fiskayanın altı ormandı, yanında ise şelale akıyordu, manzarası çok güzeldi..

Şimdi “şehitlik denen yer de mesire alanıydı, hanımlar ekseriya yaya olarak “müfettişliğe” giderlerdi, müfettişlik bir zamanlar müfettiş-i umuminin makam yeri olan  “valilik” binasının olduğu yerdi ve bahçesi çok güzeldi, köme köme otururdu hanımlar bu bahçede.

Dicle nehrinin kenarlarını Diyarbekir’liler hem mesire yeri, hem de “yazlık” olarak kullanırlardı, burada hülleler kurulurdu, hüllelerin ayakları nehrin içinde idi, “Evliya çelebi” bu hüllelerin etrafının reyhan ağaçları ile çevirili olduğunu söyler.

Şiirimizdeki mesire yerlerini “Ali Emiri” anlatır, biz tamamını görmesek de görenler anlattığı için şiirleştirdik:

MESİRE ŞEHRİYDİ DİYARBEKİR’İM

Bakmayın şimdiki yıkılmışlığına,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

Adları yaşarken yok olmuşluğuna,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

“Göğsu güzel” diye bir yeri varmış,

Burada göğüsler aşkla çarparmış,

Seven sevdiğine durmaz koşarmış,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

“Gam götürmez” gamzedelerindir,

Kalpte gam yaresi hayli derindir,

Her yanı ağaçlık çok da serindir,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

Bilirsin “şemsiler” Dicle’ye karşı,

Çimlere oturan seyreder arşı,

Sonradan kabristan oldu yukarsı,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

“Kumarhane” ise surların dibi,

Mesken tutar imiş şehrin garibi,

Kuş tüyü yatağa benzermiş çimi,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

“Küncülü bahçe”yi görenler bilir,

Burada ağaçlar göğe yükselir,

Şehrin hanımları her Cuma gelir,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

“Osman ağa” dahi bir ünlü bahçe,

Dalında bülbül var, konamaz serçe,

Elvan elvan güller, kim neyi seçe?

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

“Cin Ali” bahçesi daha dün vardı,

Kara höbüründen şehir doyardı,

Kaybolan kültürün özlemi sardı,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

Hele o “benu-sen” nasıl anlatsam,

Kaybını kalbime dert edip katsam,

Yine çocuk olsam, “has” alıp satsam,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

“Erdebil’e” halkım “berdebil” dedi,

Meyan şerbetine hep sebil dedi,

Dede torununa bunu bil dedi,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

“Keşiş değirmeni” ilk kez işittim,

Bilir diye “Musa Tutka”ya gittim,

Ağzından bal akar, dinlerken bittim,
Mesire şehriydi Diyarbekir’im.

 

Yaşayan sadece “Gazi köşkü” var,

“Aziz Kadri” ona çok iyi bakar,

Dicle kenarında bir de “Esfel” var,

Mesire şehriydi Diyarbekir’im!..

Diyarbekir, 13.03.2006

Diyarbekir kadim bir şehir, kültürü bir çağa, bir döneme ait değil, her çağa her döneme uzamıştır, nitekim günümüzde şehir çok büyümüş,  kalabalıklaşmış, geniş caddeler, büyük parklar oluşmuş, bu değişikliklere rağmen sıcağı hiç değişmemiş, insanlar serinlemek için evlerinden uzak yerlerde olsa bile “piknik” yapmaktan geri durmamıştır.

Sadece bu yeni piknik alanlarına “arabası” olanların ulaşımı kolay olmuştur, ayrıca bu yeni piknik alanlarında da Diyarbekir yemeklerinin yanı sıra çiğ köfte ve mangal olmazsa olmazı olmuştur pikniğe gitmenin..

Kısaca da olsa dünle bugünün mesire kültürünü anlatmaya çalıştık, son söz şunu söyleyebiliriz dün gerçekten çok güzeldi, bugünü gençlere, piknik yerinde voleybol oynayanlara sorunuz…

Güzel bir yaz mevsimini geçirmeniz dileği ile Allah’a emanet olasınız sevgili okurlarım, ömrünüze bereket.