“EDEP YA HU!..” - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

GÖNLÜMCE

A D A P

Bilmeyene ne fayda varsın okusun kitap,

Para ile alınmaz, gerçek cevherdir adap.

İnsanın kıymetini “adabına” bak öğren,

Cahilin sakalını “ak”  edermiş değirmen!..

MM

SÖZ GELİŞİ

Edebiyat semasının erişilmez yıldızlarından “Urfa’lı Nabi”nin  şöyle bir sözü vardır: “Ben edebi edepsizlerden öğrendim, onların yaptıklarını yapmadım edepli oldum” veya “yapmadıklarını yaptım” şeklinde de olabilir bu söz, demek ki edepli insanlar çok az da olsalar yol gösterici insanlardır, bir zamanlar bazen birilerini uyarmak adına hattatların özene bezene yazdıkları  levhada şöyle denilirdi:  “Edep ya hu!..

Edep ve adap söz konusu olduğunda sevgili peygamberimiz hemen aklımıza gelir, zira onun gibi edebini ve muaşeret adabını bilen bir insan daha dünyaya gelmedi, hayatı incelendiğinde görülür ki; insanlara ne kadar rikkatli, şefkatli davrandığı, insan kalbine ne kadar önem verdiği, çünkü o dünyaya gönül kırmaya değil gönül yapmaya gelmiş şanı yüce bir peygamberdir…

Hazret-i Ali (k.v.) şöyle der edep konusunda: “İnsan ne kazandıysa edebinden kazandı, ne kaybettiyse edebinden kaybetti”

Bizler,  ümmet-i Muhammed olmakla övünen bizler acaba ne kadar uygulayabiliyoruz “adab-ı muaşeret” kaidelerini.. Esnaf isek ve biraz da işimiz iyi gidiyor ise yüz çeviriyor muyuz diğer esnaftan, komşularımızdan, insanlardan, ya da memuriyetimiz gereği bir “makama” getirildiğimizde dışlıyor muyuz bir zamanlar bizi sevenleri, bize saygı gösterenleri, telefonlarını karşılıksız mı bırakıyoruz? Acaba işinin iyi olması, ya da bir makama gelmesi “gururlanıp kibirlenmesini mi” başka bir deyişle “edepsizleşmesini” mi gerektiriyor?

2005 yılından bu yana 16 yıldır “günlük” olarak yazarız, bize ayrılan köşede “edebimizi” takınarak hiçbir kimse için “dedikodu” yapmadık, “gıybetten” özellikle kaçındık,  insanları sözle incitmenin ne denli acı olduğunu, kırıcı olduğunu da biliriz, hele “hiciv “yapmayı aklımıza getirmedik.

Art niyete kapılıp onların bize karşı kibirlendiklerini hiç mi hiç düşünmedik, gerçi kibirlenene karşılık vermenin de “hak” olduğunu bilirken çok iyi biliriz, “Kini olanın dini olmaz”  onun için “sevgiye” yer verdik gönlümüzde, kırık dökük mısralarımızda, çiğnemedik “adab-ı muaşeret” kaidelerini, hala o dikkat ve rikkatin içindeyiz.

Muaşeret kaidelerinden olduğu içindir ki gerektiğinde dostlarımıza “teşekkür” etmeyi bir “vecibe” bildik, sevdiklerimiz bir “makama” geldiklerinde “tebrik” etmeyi de kaçınılmaz bir ödev saydık, çünkü “edepli” olmak bunu gerektiriyor.

Büyük bir şehirde yaşıyoruz, bu yüzden  “adab-ı muaşeret” kaidelerinden olan dost ziyaretlerini yapamıyoruz, sağlığımızın el verdiği günlerde “dost” ziyaretini kendimize “vecibe” bilirdik, şimdi o vecibeyi telefon açarak yerine getirmek istiyoruz.

Nasıl “kapı” üç kere çalınır açılmazsa dönülür o kapıdan, aynen onun gibi biz de üç kere telefonla yoklamak istediğimiz dostlarımızdan bize “dönülmediğinde” bunu onların adına, “kabalık” sayar, üzülürüz, oysa edepli insanlar kabalıktan kaçınan insanlardır.

İma ederek de olsa gıybetten sakınırız onun için söylediklerimizin hedefinde isim yoktur,  sadece “iyiliği, güzelliği” tavsiye vardır, çünkü biz “ya hakkı söyleriz, ya da susarız” bizim Diyarbekir sevdalısı olmak gibi bir iddiamız var, sözü gönlü yüce bir şairden Nabi’den açtık, yine gönlü yüce  bir şairi “Baki”yi rahmetle analım: “ baki kalan bu kubbede  bir hoş sada imiş”

Sevdamızı dile getirirken “bıraktığımız sada” ne kadar hoştur, ne kadar boştur, bunun takdirini de kullardan beklemek gibi bir gafletimiz yok, çünkü eğer biz  bu şehrin taşına toprağına sevdalanmış olsa idik, sadamız “hoş” değil “boş” olurdu, biz bu şehrin kutsalına sevdalanmış, gücümüzün, kalemimizin, daha doğrusu yeteneğimizin elverdiği ölçüde yükseltmişiz sadamızı..

Sekseni bulan ömür sürecimiz içinde kimseden kırılmadık, bizi kırmak isteyenlere de yine zengin gönüllü bir zatın şu mısralarıyla dua ettik: “Yıkanlar hatır-ı naşadımı yarabbi şad olsun/benimçün namurad olsun diyenler ber murad olsun”

Sözü noktalarsak, İlahi gücün “hafif” bir göstergesi olan bir zelzele önce yüreğimizi depretir, etkilenir ve duygularımızı mısralara dökmeye gayret ederiz, nitekim şu şiir aynı duygular içinde olduğumuz “Van” depremi günlerinde yazıldı:

DÜŞÜNDÜM

Sanki ben kalmışım enkaz altında,

Yıkılan Erciş’,Van’ı düşündüm.

Bir Pazar gününün ışık vaktında,

Kaybolan yüzlerce can’ı düşündüm.

 

Kanadı yüreğim deprem olunca,

Acısı, elemi kalbe dolunca,

Kurtarma ekibi canlı bulunca,

Yetmiş milyonda  o anı düşündüm.

 

Küçücük bedenler, yorgun yürekler,

Diri can aradı kazma, kürekler,

Enkazda sıkışan yardımı bekler,

“Kimse yok mu”larda “Var”ı düşündüm.

 

Depremin ardından erdim bayrama,

Fatihalar sundum ana babama,

Ümmet-i Muhammed ehl-i imana,

Rahmeti sonsuz Rahman’ı düşündüm.

 

Uhuvvet ufkunun batmaz güneşi,

Van’da kucakladı kardeş kardeşi,

Sevgi ocağının kızgın ateşi,

Çadırda çekilen gamı düşündüm.

 

Simitçi, baloncu yardıma koştu,

Küçük-büyük herkes Van’da buluştu,

Yürekler bir oldu, birlikte coştu,

“Tek can, tek yürek” olanı düşündüm.

 

Erciş ile Van’da hüzünlü canlar,

Buruk dahi olsa kutlu bayramlar,

Ölmesin insanlar, kesin kurbanlar,

Can ile sevdiğim can’ı düşündüm.

 

Takdir-i ilahi böyledir elbet,

Ülkemin bağrına çöken musibet,

Olmasın bir daha böyle bir afet,

Kulu olduğum “Sultan”ı düşündüm.

 

Mergen’im yaşarım bu diyarlarda,

Çok musibet gördüm, hem de ard arda,

Gülmedim ağladım hep bayramlarda,

Bölgemde dökülen kan’ı düşündüm!..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

Diyarbekir, 31.10.2011

Selam ve dua ile.