Diyarbakır’ın Kalbi Ulu Cami - (İhsan Özdemir'in Yazısı)
- 17-03-2023 07:14
Surların çevrelediği tarihi şehir merkezinde Cam-i Kebir mahallesine varıp da avluya açılan üç kapıdan birinin önünde3 durduğunuzda, ulu kelimesinin, tevazula, bin yıllık tarihin bugünle nasıl güzel, ne4rdeyse göz yaşartıcı bir hoşlukla kaynaştığını göreceksiniz. Şurası kesin ki, bu cami camiden daha ötesidir, öze3llikle avlusu yaşlılar ve çocuklar için hayatın yaşandığı yerdir. İhtiyarlar, ahir ömürlerini bu avluda geçirmek ister gibi görünür. Ezandan çok daha önce gelir, avluyu çevreleyen banklara güvercinler gibi konarlar, bir elleri bastonlarında geçmiş günlerden söz ederler veya ölüm ve hayat üzerine düşünürler.
Hem tefekkür etmek için bu avludan daha uygun bir mekân bulunabilir mi şehirde! Vaktiniz varsa sırtınızı cami duvarına yaslayın ve hikâyenin başladığı 1091 yılına doğru mistik bir yolculuğa çıkın. Selçuklular şehre gireli altı yıl olmuş. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın bir büyük cami yaptırma isteği dilden dile dolaşıyor. Revaklı avluya bakan cephede pencere üzerinde yer alan çiçekli küfi kitabede o kararlılığı bugün biz bile hissedebiliriz… ‘’Melikşah yapılmasını emretti’’ Bugün caminin kitabelerinden ismini öğrenebildiğimiz mimarların, kim olduğunu asla bilemeyeceğimiz, ustalar, kalfaların ve işçilerin o günkü heyecanını ve telaşını hayalimizde canlandırabiliriz elbette ama bütün eski eserler gibi duvarları bilinmezliklerle örülmüştür Ulu Cami’nin.
Evliya Çelebi; ‘’İçinde öyle ruhaniyet vardır ki bir kimse iki rekât namaz kılsa kabul olduğuna kalbi şahitlik eder’’ cümlesini kurduran da dilden dile olmasa da kalpten kalbe dolaşarak bugüne ulaşan o samimi temenniler olmalı. Çelebi, Anadolu’nun en eski camilerinden biri olan Diyarbakır Ulu Camii’ni, görüp sevdiği bütün güzel camilerle birlikte anar; ‘’Sanki Halep’in Ulu Camii, Şam’ın Emevi Camii, Kudüs’ün Mescid-i Aksa’sı, Mısır’ın Ezhar Camii ve İstanbul’un Ayasofyası’dır.