AŞK..YİNE AŞK..HEP AŞK!.. - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

KÜÇE BAŞI

Önceki sohbetimizde “herkesin bir aşkı var” diyerek, konu ile düşüncelerimizi sizlerle paylaşırken bir denizden bazı “şairlerden” haber söz etmiştik, şiir denizin sahilinde gezinirken bir güzel aşık ve onun ismini taşıyan  kitap ile karşılaştık.

O aşık “Şirazlı Sadi”  idi ve kitabına da “altın küpeler” diye isim takmıştı, istedik ki o küpelerden hem biz kendi kulağımıza takalım, hem de okurlarımıza “armağan” edelim olur ki onlarda “gönül” kulakları “boş” kalmasın isterler.

Önce bir hikaye aktaralım: “şeker dudaklı bir genç ney öğreniyor, gönülleri ney gibi ateşte yakıyor, dağlıyordu, babası bir çok kere ona bağırıp çağırmış ve hiddetlenerek neyini ateşte yakmıştı.

Bu genç bir gece ney üflerken babası dinlemiş, neyin sesi adamcağıza dokunmuş ve kendinden geçmişti.

Babası bu hale düşünce şöyle dedi: “ben neyi bir çok defa ateşte yaktım, lakin bu sefer ney beni ateşte yaktı” aşıkların, aşk sarhoşlarının sema’ ederken neden ellerini çırptıklarını bilmezsin, ben anlatayım da sen dinle:

“Aşıkların gönüllerine Allah tarafından bir kapı açılır. Onun zevk ü şevkiyle ellerini kainattan silker ve kainatı terk ettiklerini elleri ile anlatırlar, onların, dostu hatırlayarak yaptıkları raks helaldir, çünkü onlar raks ederken baştan aşağı ruh olmuşlardır.

Farz edelim ki birinci sınıf bir yüzücüsün, ama yüzerken elini ve ayağını istediğin gibi hareket ettirmen için soyunman lazımdır, bu bakımdan ar, namus, riya hırsını çıkar at;

…Çünkü suya elbise ile batan kimse aciz kalır, yüzemez, dünya alakası hakiki visale manidir, vuslata ermek için, Allah’a yakın gitmek, o makama varmak ve O’na ulaşmak için dünya alakalarını kesmek lazımdır.”

“Altın” diye nitelenmiş ama bu sözler altından çok kıymetli madenlerden daha kıymetli bir maden olup aşıkların gönül kulağında her zaman durması gereken küpelerdir ve yine o küpelerden:

“Biri pervaneye şu sözleri söyledi: Ey ufacık böcek, minicik kanatlı hayvan! Sen kendine layık bir dost tut. Öyle bir yola git, öyle bir yol tut ki, biraz olsun başarı umabilesin, sen kim, mum kim? Sen neredesin, mum sevmek nerede?

…Semender değilsin. Ateşin etrafında dolaşma. İnsan önce kendini bilmeli, yiğit yiğitliğini denemeli, ondan sonra savaşa atılmalı, yarasaya baksana! Güneşten saklanıp izlendiği için gündüzleri ortalıkta görünmüyor geceler meydana çıkıyor,  demir pençeli (yani kendisiyle başa çıkamayacağı) kimse ile savaşmak, cahillik, kendini bilmezliktir.

…Düşman olduğunu bildiğin birisini dost edinmek akıllıca bir hareket değildir, ey pervane! Kimse sana mumun uğrunda nahak yere ve boşu boşuna öldüğün için iyilik ediyorsun demez, bir dilenci padişahın kızını isterse, bu saçma bir fikir beslemek, manasız bir harekette bulunmak demektir.

… Ensesine tokadı yer, bir mecliste mum yandığı vakit, padişahlar bile yüzlerini ona çevirirler. Hal böyle iken hiç sana, senin gibi aşıka yüz verir mi?

…Karşısında o kadar padişahlar varken, büyükler dururken senin gibi bir müflise iltifat eder mi? Ben zannetmem, mum herkese nezaket, yumuşaklık, fakat sana kızgınlık gösterir. Çünkü sen zavallısın, biçaresin.

Yüreği yanık pervane ona şu cevabı verdi: Ey tuhaf adam” sen bu sözlerinle tuhaf oluyorsun, ama iş tuhaf değil, mum beni yakarmış, yanarmışım, bunun ne önemi var, yansam ne olur kavrulsam ne çıkar.

…Gönlümde İbrahim’in ateşi var. Nemrut’un ateşi İbrahim’e nasıl bir gülzar oldu ise, mumun ateşi de benim için gülistandır.

…Ben kendi isteğimle kendimi ateşe atmıyorum ki! Boynumdaki aşk zinciri beni ateşe sürüklüyor. Mumun ateşine kavuştuğum zaman yanmıyorum ki, o beni uzakta iken yakmıştı, gönül cananın eteğini çekmez, cananın aşkı canın yakasına yapışır, yar güzellik ve sevilmek icabı istediğini yapar: Ona yapma, etme, günahtır denilemez ki!

Ben yarimi sevdiğim için onun ayakları altında can vermeye hazırım, emelim budur, zevkim de bundan ibarettir, can benim değil mi, kim buna engel olabilir? Dost var iken bana varlık yakışmaz, işte bunun için can veriyorum, istiyorum ki, yalnız o var olsun!..”

Şiraz’lı Sadi’nin sözleri bitmedi biz “Sözün bittiği” yerdeyiz, anladık ki gerçek aşıkın içinde  “İbrahim’in ateşi” olursa onu Nemrut’un ateşi yakmaz, nitekim yakmadı Hazret-i İbrahim’i koca kafir Nemrut’un dağlar misali yaktığı ateş

Biz de diliyor ve istiyoruz ki “Hz. İbrahim’in” ateşinden bir kıvılcım olsun içimizde, olsunda çağımızdaki “küfür” ateşi tarafımızdan ırak olsun yakmasın bizleri, masum canları.

Aşk hususunda o kadar çok söylenecek söz var ki, biz bu kadarı ile yetinelim, şunu soralım kendini “aşık” sananlara: Yüreğinizdeki ateş Hz. İbrahim’in ateşinden ise hiç korkmayın sizi ne Nemrut’un, ne cehennemin ateşi yakmaz, değilse!..

Berhudar olasınız ömrünüze bereket sevgili okurlarım.

ŞİİR

DİYARBEKİR KAPILARI

Mardin kapı mezarlık,

Yare taktım nazarlık,

Diyarbekir üstüne,

Yapılamaz pazarlık.

 

Kurumuş kastalları,

Dildedir masalları,

Yare armağan aldım,

Pembe ipek şalvarı.

 

Dağ kapısı açılmaz,

Cepten para saçılmaz,

Yar ölmemi isterse,

Ölümden de kaçılmaz.

 

Habene’nin suyu çok,

Binalarda kuyu yok,

Öyle bir yar sevmişim,

Darılmaca huyu yok.

 

Urfa kapıdan geçtim,

Yari gönülden seçtim,

Ben aşkın şarabını,

Güzel elinden içtim.

 

Yeni kapı uzaktır,

Yar bakışı tuzaktır,

Dicle’nin on gözü var,

İşi hep ağlamaktır.

 

Saray kapı şen oldu,

İçi insanla doldu,

Sevdiğini yitiren,

Kutlu mescitte buldu.

 

Fetih kapısı derler,

Gördü nice zaferler,

Sahabenin izi var,

İçinde  yatar er’ler..

 

Bu şehir Diyarbekir,

Dört kapıdan girilir,

Tarihini sorana,

Sur’u salık verilir!..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

Diyarbekir, 17.12.2012