SEZAİ KARAKOÇ-4
- 06-04-2018 00:02
Sezai Karakoç, sanatçıda ilahî duyumlar olduğunu kabul eder. Çünkü sanatçı, “Peygamberler de gelmişlerdir; ama onlar ‘dosdoğru’ gelmişlerdir. ‘Gönderilmişler’dir. Gelmenin, gönderilmenin bilincindedirler. Oysa, sanatçı, çoğu kez geldiğini bile bilmez. Ya da çok sonraları onun farkına varır. Bazen da ta gidinceye kadar bu ‘geliş’ten haberli olmaz.”(sh 21) Şair’i inancından dolayı metafizikle fazla ilgilenir bulanlara adeta verilen cevap:”Şairler, hiçbir çağda, metafiziğe yabancı, fizikötesinden vareste olmadılar. Onda müstağni kalamazlar, ne yapsalar…”(sh 26) Karakoç’un İslamın Dirilişi adlı eserinde şehirlere seslenişi vardır:” Ey Dicle, Ey Bağdat, Ey Şam, Ey Fırat, Ey İstanbul, Ey Diyarbakır, Ey Nil, Ey Mısır, Ey aydınlık şehir Medine nerde senin kelimeleriyle, ürpertili sesleriyle, insanlığı, bal rengi bir insanüstüler bölgesine, ilhamın yüce dünyasına çeken şairlerin?”(sh 52)
Karakoç’un düzyazılarındaki gezintide şiir ve şair hakkındaki düşünceleri netleşmiştir, sanırım. Şair, daima inanç, kültür ve medeniyet üçgeninde şiiri ve şairi aramanın gerekliliğini ifade eder. Kendi köklerine yabancı olmanın, şairine ve şiirine bir şey kazandırmayacağı ortadadır.
Bu sebeple sanatçının misyonunun önemli olduğunu vurgular ve sanatçıyı görevlendirilmiş insan olarak tahayyül eder, kişi farkında olmaksızın. Karakoç’un düzyazılarında alıntıları çoğaltmanın ne gereği vardır? Zaten, şaire ve şiire yüklediği anlam, yeterince açık değil midir?
Sezai Karakoç’un Şiirlerinde Şiir-Şair İkilemi
“İki dünya
Cin ve Melek beyi
Şairlerin örtüsüne özendiği
Gölgesiz peygamber” (1)
İlk şiir kitabı, Hızırla Kırk Saat’te geçer, bu dizeler. Sezai Karakoç’un tüm şiir kitaplarında mutlaka şiir’e ve şair’e ilişkin mana dolu ifadeler vardır. Şiirin tarifi, amacı, şairin görevi, şiirde duygu ve fikir… Şairin ikinci şiir kitabı Taha’nın Kitabı-Gül Muştusu’ndan:
“Evet yine de şiirdir beni ara sıra dinlendiren
Acıma aralıklar veren” (2)
Şiir, acıya aralıklar veren bir iç dökmedir, insanın yalnızlığını giderme aracıdır. Sadece şiir bu mudur?
“Şiir içimizdeki zindanların mahkûmudur”(3)
Evet, şiir içimizdeki zindanların mahkûmudur.
Söylenemeyenlerin sembolleştirildiği kelimelerden oluşan şiir, içimizdeki zindanların mahkûmudur.
Taha’yı Asım’casına günümüz insanına sunar:
“Bir şiir halinde gelen
Bir bilgi halinde gelen
O ses olmasa
Kapıdan ne umar ne bekler Taha
Kapı ki dostun yüzünde açılır” (4)
Taha kapıdan bir şey ummaz.
Kapı, ancak dost yüze açılır. Lakin Taha bir şiir, bir bilgi halinde gelen o sese aşinadır.
Fuzulî’nin dediği gibi:
“Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabadan gayrı”
Sezai Karakoç’un bu konu hakkında bir başka açılımı:
“Sen ey şair ki ellerini kollarını çarmıha gerdin
Ölüm ki tabiat üstü hayatların meneceri
En yeni buluşu intihardır.”(5)
Sezai Karakoç’un “Kapalı Çarşı” adlı şiiri, şairanelikten öte son yetmiş yıla ayna tutar:
Kar Şiiri
Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış kan görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın
Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın
Bu adam o adam gelip gider
Senin ellerinde rüyam gelip gider
Her affın içinde bir intikam gelip gider
Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın
Ben bu şiiri yazdım aşıkçeşiti
Öyle kar yağdı ki elim üşüdü
Ruhum seni düşününce ışıdı
Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın. (6)
“Kar içinde yanan kar”, “Allahın kar gibi gökten yağması”, “Her affın içinde gelip giden bir intikam”, “Kar yağarken elin üşümesi”, “ve hele hele “Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın” ifadesi şiirin karla ilgili olmadığını, şiirin fikir işçiliğini ortaya koyar.
Dördüncü şiir kitabında şairin inançsız olması halinde etkisizliğini şöyle belirtir, Sezai Karakoç:
“Beşinci oğul bir şairdi
Babanın git demesine gerek kalmadan
Geldi ve Batı’nın ruhunu sezdi
Büyük şiirle tasarladı trajik ve ağır
Batı’nın uçarılığına ve Doğu’nun kaderine dair
Topladı tomarlarını geri dönmek istedi
Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini
Kum gibi eridi gitti yollarda(7)