ŞEHRİ HATIRLAMAK

Balığa neden suyun içinde ağzını açmadığı sorulmuş

Balığa neden suyun içinde ağzını açmadığı sorulmuş. Cevap olarak, ağzını çok açtığında boğulma tehlikesi geçireceğini mi söylemiş, başka bir şey mi? Doğrusu balık dilini bilmediğimden duruma aşina değilim.

Bildiğim, balığın sudan çıkarıldıktan sonra su olmadığı için havasızlıktan boğulduğudur. Biz, insanlar için suda hayatını kaybetmek, boğulmaktır. Balık için sudan çıkarılmak ölümdür.

Bir köyde doğmuş, orada büyümüş olan için yerinden ayrılmakla şehirlinin yaşadığı yerinden uzakta kalmak arasında fark yoktur, aslında. İkisinin de acısı, hissettiği farksızdır.

Herkes köyde doğsa, ilçede de doğsa, şehirde de doğup büyüse, kimliğindeki şehirle tanınır, öylece bilinir, hangi şehirliyse öyle kabul edilir.

Şehir ile insan arasında görünmeyen, aslında kuvvetli bağlar vardır, şehirden uzak düşmedikçe. İsterseniz, buna “Memleket Hasreti” deyin, isterseniz farklı bir ifade kullanın.

Balık, suda iken suyun kıymetini bilmez, bilmesi düşünülmez. Suyun değeri ancak, havasını soluduğu sudan ayrı düşmesiyle anlaşılır. Açılıp kapanan ağız, çırpınış ve bize göre gerçek hava varken havasızlıktan ölüme doğru yol alış. Solungaçların görev yapmadığı, yüzgeçlerin işlemediği ortamda çaresiz çırpınışlar, anlamsızdır, belki. Fakat yaşamak için mana ifade eder.

Şehirde, ilçede, köyde olanın yaşadığı ortamdan ayrı kalması, kendisini aidiyetle bağlı olduğu mekâna hasret duymasına yol açar. Bu hasretin katmerleşmesi, özlemle kavuşulacak mekânları gözünde büyütür, insanın.

Eskiden günlerce, haftalarca, aylarca alınan yolla varılırdı, özlem duyulan mekânlara. Şimdi her şey bir veya birkaç saatlik uçuş mesafesinde.

Kervanlarla yol alanların eşkıya korkusu, hanlarla çözümlenmişti, önceleri. Sonrasında ulaşım araçlarından kara tren, mesafeleri azaltmıştı. Ayı geçen İstanbul’a varma, üç-dört güne sığdırılmıştı. Otobüslerin artması, yirmi dört saate azaltmışken mesafeyi, taksiler bu mesafeyi on sekiz saate indirmişti. Şimdilik uçakla İstanbul’a mesafemiz, iki saatle sınırlı, Ankara ile bir saati beş –on dakika geçe.

Dün, uzak mesafelerden gelen misafirlere farklı bakılırdı, yolculuk meşakkatliydi, kişi günlerce yol alır, sevdiğine, sevdiklerine kavuşurdu. Günümüzde kahvaltısını İstanbul’da, öğle yemeğini Ankara’da, akşam yemeğini Diyarbakır’da yapabilme mümkündür.

Bir mektup yazılırdı, nâme adıyla, bir ay sonra varırdı, sahibine. Cevabı bir o kadar alırdı, süre olarak. Sonrasında süre on güne indi, bir hafta, dört güne düştü. Şimdi, bir mektup istense aynı günde varır, oldu adresine. Göndermek istediğiniz bir paket, iki gün içinde sahibine, adresine ulaşır.

Telefon başında saatlerce bağlantı beklediğimiz, üç-dört saat bağlantı için durduğumuz telefon başında üç dakikalık konuşma için ne derecede heyecanlandığımızı unutmuş değiliz. Şehir için görüşmelerde beş-on dakika beklemek normal durumdu. İstanbul ile konuşmanın pahalı olanına yıldırım denirdi, sıradan olanı zaten bilinendi. Şimdi bir tıkla telefonla konuşuyorsunuz, görüntülü biçimde sevdikleriniz karşınızda. İstediğiniz anda yazışabiliyorsunuz, karşınızdakiyle. Bilgisayarlar, küçücük el telefonuna sığdırılmış.

Gazetelerin gelişini hatırlarım, kırk-kırk beş sene önce. Gazete şehre öğle sonrası gelir, ikindi sonrası müvezzilere tevzi edilen gazeteler sahiplerini bulurdu:

-Yazıyor, son cinayeti yazıyor!..

Biliyorum, “Tevzî-Müvezzî” derken, hemen itiraz edenleri. Nihayetinde dağıtımcı ve gazete satıcısı, kast ettiğimiz. Akşama doğru günün gazeteleri ancak ilçeye varırdı. Biz, bazen uçağın rötarlı oluşuyla günün gazetesini taptaze haberlerle iki gün sonra okurduk.

Güreş tefrikaları, çizgi bandlar, fotoromanlar, fallar, şiirler, dünya olayları, yurt haberleri, siyasî demeçler, cemiyet haberleri, şehirlerde olanlar-bitenler olmak üzere. Televizyon haber programları yer almazdı, gazetelerde. Çünkü televizyon hayatta yoktu, o zaman. Radyo akış programları, Trenlerin kalkış saatleri dikkat çekici idi.

Gazeteler, az sayfalı, dış kapak renkli çıkardı. Spor o kadar aranan bir şey değildi. Günlük spor gazetesi hayal etmek, delilik derecesinde hayaldi, kimi örnekler dışında.

Avrupa’ya gönderilen muhabirlerin yazı dizisi, Kıbrıs Haberleri, Kore’den dönenler, Çin’de olanlar, Demirperde Haberleri, Amerikan yardımları olmak üzere ne yazılırsa okunurdu, açıkçası. Menderes ve arkadaşlarının idamı, Süt Tozu yardımı, Marshall Tuzağı, Demirel’in gelip gidişleri, Karaoğlan Efsanesi, Hoca’nın İbretlik sözleri, apayrı bir haber tadını taşıyan, üzerinde yorumların bitmediği gazete haberleriydi.

Günümüzde her gazete sabahleyin erken saatlerde bayiîde bulunmaktadır. İsteyenler, saat 24.00 sonrası sanal ortamdan gazeteleri okuyabilir. Her sabah gazetelerin sayfaları, televizyon ekranlarında yer alır.

Şehrinden uzak düşenlerin, ilçelerine özlem duyanların, köyüne hasretle dolu olanların doğdukları, büyüdükleri, yaşadıkları mahale dair kavuşmaya engel ulaşım durumu, yok verdiğimiz emsallerle. Bir cep telefonuyla canlı yayınla her önemli durumu anında bilmek kolaydır, açıçası.

Şehrine, ilçesine, köyüne hasret dolu olanları anlamaktayız da şehrine, ilçesine, köyüne yabancı kalanları görünce ne demek gerekir?

Şehrini, ilçesini, köyünü bilmeyen, bilmekten uzak olanların, halen yaşadıkları şehrine, ilçesine, köyüne dair her şeyi biliyorum mantıksızlığına ne demeliyiz?

-Şehrine dair, ilçene ait, köyünle ilgili şu kitabı okudunuz mu?

Her şeyi bildiğini iddia edenlerin, sığındıkları yalancı kapı, “Ben kitap okumuyorum, okumayı sevmiyorum” cümlesiyle karşılaşacaksınız.

Bu ifade,”Tarihimi, kültürümü, sanatımı, mimarimi, musıkîmi, gelmişimi-geçmişimi reddediyorum.”  Her şeyi bilen konumunda kendilerini gören bu tiplere baktığımızda, sanal ortamdaki bilgi kirliliğinin ne denli arttığına tanıklık ediyoruz, ister istemez.

Biz şehir araştırmacıları, şehirlerle ilgili, şehrimizle ilgili bir kitabı okuduğumuzda bilmediklerimizi öğreniyoruz.

Şehir bilgiçliğini meslek edinen kimileri her şeyi bilme mantığıyla züppeliklerinden mutluluk duydukça, sanal ortam dünyasında şehir sevdalıları, oradan buradan aşırdıkları fotoğraflarla şehir sevdalısı kesilir, çalıntı ifadelerle şehrin sahibi kesilir.

İşte ahval buyken biz şehrin uğraşanı beş-on kişi anlaşamıyoruz. Birbirinin kitabını okumayan yazarlarla şairler, nerede buluşacak? “Şair” ve “Yazar” derken, sadece şehir araştırmacılarını kast ediyoruz, yanlış anlaşılmaya.

Okurlarımızla Sohbet Saati: Kitaplarımızı okumamış, gazete yazılarımızla bizi tanıyan okurlarımızla yakın zamanda gazetemiz bürosunda-merkezinde birkaç saati bulacak tanışma, kendileriyle sohbet kaçınılmaz oldu. Dostlarımızla okurlarımızla ilk sohbetimizi ne zaman yapabiliriz? Bunu bir sonraki yazımızda belirtiriz, umarız.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...
ÇOK OKUNAN HABERLER