İLK SÖZ
ANI
Geri getirmek olmaz geçip giden zamanı,
Saklı kalmasın onda yaşanılan her anı!..
MM
GÖZLÜYORUM
“MEMLEKET İSTERİM”İN ŞAİRİ!..
MEVLÜT MERGEN AMİDİ
“Cahit Sıtkı Tarancı” öyle bir isim ki, anıldığı her yerde hemen “Diyarbekir” akla gelir
Tarancı adı bu şehrin “markası” olmuştur adeta..
Önceleri şairimiz “Otuz beş yaş” şiiriyle özdeşleşmişti, fakat sonradan görüldü ki, Cahit Sıtkı demek “memleket isterim” demektir, çünkü o şiirde şairimiz yüreğindeki bütün güzel duyguları bir ressam edasıyla mısralara dökmüş, o kısacık dizelerde deyim yerinde ise 83 milyonluk ülke nüfusunun hissiyatına, beklentisine, umuduna tercüman olmuştur..
Çok bilinendir Cahit Sıtkı, ancak onu, birde kısa öz geçmişini yakın akrabası merhum “Reşid İskenderoğlu”nun şairimizle birlikte yaşanılan hatıralarını yazdığı “memleket isterim” adlı kitabından öğrenelim:
“Diyarbekir’li, Ekim 1910 doğumlu, ölümü Ekim 1956. Diyarbakır’ın tanınmış ve geniş çevreli Pirinççioğulları ailesinden. Anne ve babası amca çocukları.
Cahit, özbeöz Pirinççizadedir.
İlk öğrenimini Diyarbekir’de yapmıştır.
Babası aydın, otoriter bir kişiliğe sahip olup pirinç ticareti ile meşgul idi. Cahit ve iki yaş küçük kardeşi Halid’i de İstanbul Kadıköy’deki Saint Joseph okulunda okuttu.
Ortaokuldan sonra imtihanla Cahit Galatasaray Lisesine ve kardeşi Halit’te İstanbul Erkek lisesine kayıt oldular. O tarihlerde İstanbul’un en ciddi ve kaliteli liseleri idiler. Halit Tarancı’da ekonomist oldu. Yayınlanmış kitapları vardır”
Sevgili peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: “Ölümü çokca anınız der” Cahit Sıtkı, şiirlerine dikkat edilirse sanki bu emre uygunluk sağlamak için hareket etmiş ve ölümün anılmadığı bir şiir yazmamıştır.
Şiirlerinde siyaset üstü kalmış ve “sanat sanat içindir” düsturunu benimsemiş bir şairdir Cahit Sıtkı Tarancı..
Soyadının Ortaasyada’ki bir Türk kabilesinden alındığı varsayılan şairimizi edebiyat dünyasına ilk tanıtan kişinin “Peyami Safa’ olduğu söylenir..
Hemen her şiirinde terennüm eder göründüğü ölüm” temasını bazıları değerlendirirken sanki şairimizin ölümden korktuğu anlamını çıkarırlar, oysa onun korktuğu bir ölüm vardır ki bunu hemşehrisi Edebiyat öğretmeni Sedat Günay’a şöyle açıklar:
"Diyarbekir’liler ölümden korkmaz, ben kendi ölümümden değil, şu karşı saçakta tünemiş kumruların, şu karşıdan geçen el ele tutuşmuş gençlerin ölümünden korkarım”
Aslında bu bir korku değil, sevgi, insan sevgisi başta olmak üzere bütün canlıların, sevgisidir, şairimiz onların ölümünü istememektedir, zaten “memleket isterim” şiirinde de bunu ifade etmekte değil midir?
Sur içindeki şehrin hemen bütün evleri tarihi olup, her biri bir sanat eseridir, ancak maalesef bu şehrin uğradığı kültür katliamı diyebileceğimiz felaket sonucu bu tarihi evlerin yüzde doksandan fazlası yıkılmış, yerine “ucube” binalar oturtulmuşken Şairimizin içinde doğduğu ev bugün ziyaretçilere açık bir müze olarak tıpkı kendisinin şiirlerinde anlattığı güzellikleri o ev gelenlere anlatmaktadır.
Bir sonbahar mevsiminin Ekim’inde dünyaya gelen ve yine bir sonbahar mevsiminin Ekim’inde gözlerini dünyamıza kapatmadan önceleri “her mihnete razıyım/yeter ki gün eksilmesin penceremden” diyen Cahit Sıtkı yaşadığı kırk altı yılın içerisine öylesine bir edebiyat bahçesi yerleştirmiştir ki, şimdi o bahçeye bir giren çıkmak istememekte ve her biri gül misali olan şiirlerini okurken ruhunda ve kalbinde ferahlık esintileri hissetmektedir..
Şiirinden bir örnek vermek gerekirse, 1938 yılının Eylül’ünde yazdığı “sen yoksun ki” şiirini aktaralım:
“Gün çingeneler gibi göçebeydi ufukta,
Çimenler üzerinde yuvarlandığımız gün.
Akarsulardı gittikçe kararan boşlukta,
Sularda yüzünden yayılan bir tatlı hüzün
Göğe sessizce yükselen ay ondördündeydi;
Gece akasya dalında asılı gölgeydi,
Bahtiyar başlarımız aynı penceredeydi!
Hala o penceredeyim, lakin sular ölgün;
Sen yoksun ki, vefasız, sularda ay görünsün!..”
İşte şiir dili bu!..
Kullanmıyor sevdiğine “ay yüzlü” gibi basit kelimeleri, ama onun ay yüzlü olduğunu da “sen yoksun ki, vefasız, sularda ay görünsün” diyerek edebi bir sanat eseri oluşturuyor..
Yine o dili kullanıyor, bu dünyada insanın misafir olduğunu, her misafir gibi bir gün mutlaka gideceğini o kadar güzel dile getiriyor ki, hayran olmamak mümkün değil:
“Bir kere misafire çıkmış adın/İstesen istemesen gideceksin” ve her fani misafir gibi oda gitti, giderken güzel bir isim, güzel bir şiir dili ve güzel bir şehrin adını dillere düşürerek gitti..
Bu kadar sözden sonra onun memleket isterim şiirini bu sohbetin sonuna almamak ona haksızlık olacağı için, haksızlıktan kaçınalım:
MEMLEKET İSTERİM
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun,
Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun,
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun,
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak sevmek gibi gönülden olsun,
Olursa bir şikayet ölümden olsun!..
Cahit Sıtkı 1937 yılında bu şiiri yazarken sanki bu günleri görerek yazmış, bizde onu rahmetle anıyoruz.
UNUTMA “MASKE-SOSYAL MESAFE VE DUA”
Selam ve dua ile..
ANI
Geri getirmek olmaz geçip giden zamanı,
Saklı kalmasın onda yaşanılan her anı!..
MM
GÖZLÜYORUM
“MEMLEKET İSTERİM”İN ŞAİRİ!..
MEVLÜT MERGEN AMİDİ
“Cahit Sıtkı Tarancı” öyle bir isim ki, anıldığı her yerde hemen “Diyarbekir” akla gelir
Tarancı adı bu şehrin “markası” olmuştur adeta..
Önceleri şairimiz “Otuz beş yaş” şiiriyle özdeşleşmişti, fakat sonradan görüldü ki, Cahit Sıtkı demek “memleket isterim” demektir, çünkü o şiirde şairimiz yüreğindeki bütün güzel duyguları bir ressam edasıyla mısralara dökmüş, o kısacık dizelerde deyim yerinde ise 83 milyonluk ülke nüfusunun hissiyatına, beklentisine, umuduna tercüman olmuştur..
Çok bilinendir Cahit Sıtkı, ancak onu, birde kısa öz geçmişini yakın akrabası merhum “Reşid İskenderoğlu”nun şairimizle birlikte yaşanılan hatıralarını yazdığı “memleket isterim” adlı kitabından öğrenelim:
“Diyarbekir’li, Ekim 1910 doğumlu, ölümü Ekim 1956. Diyarbakır’ın tanınmış ve geniş çevreli Pirinççioğulları ailesinden. Anne ve babası amca çocukları.
Cahit, özbeöz Pirinççizadedir.
İlk öğrenimini Diyarbekir’de yapmıştır.
Babası aydın, otoriter bir kişiliğe sahip olup pirinç ticareti ile meşgul idi. Cahit ve iki yaş küçük kardeşi Halid’i de İstanbul Kadıköy’deki Saint Joseph okulunda okuttu.
Ortaokuldan sonra imtihanla Cahit Galatasaray Lisesine ve kardeşi Halit’te İstanbul Erkek lisesine kayıt oldular. O tarihlerde İstanbul’un en ciddi ve kaliteli liseleri idiler. Halit Tarancı’da ekonomist oldu. Yayınlanmış kitapları vardır”
Sevgili peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: “Ölümü çokca anınız der” Cahit Sıtkı, şiirlerine dikkat edilirse sanki bu emre uygunluk sağlamak için hareket etmiş ve ölümün anılmadığı bir şiir yazmamıştır.
Şiirlerinde siyaset üstü kalmış ve “sanat sanat içindir” düsturunu benimsemiş bir şairdir Cahit Sıtkı Tarancı..
Soyadının Ortaasyada’ki bir Türk kabilesinden alındığı varsayılan şairimizi edebiyat dünyasına ilk tanıtan kişinin “Peyami Safa’ olduğu söylenir..
Hemen her şiirinde terennüm eder göründüğü ölüm” temasını bazıları değerlendirirken sanki şairimizin ölümden korktuğu anlamını çıkarırlar, oysa onun korktuğu bir ölüm vardır ki bunu hemşehrisi Edebiyat öğretmeni Sedat Günay’a şöyle açıklar:
"Diyarbekir’liler ölümden korkmaz, ben kendi ölümümden değil, şu karşı saçakta tünemiş kumruların, şu karşıdan geçen el ele tutuşmuş gençlerin ölümünden korkarım”
Aslında bu bir korku değil, sevgi, insan sevgisi başta olmak üzere bütün canlıların, sevgisidir, şairimiz onların ölümünü istememektedir, zaten “memleket isterim” şiirinde de bunu ifade etmekte değil midir?
Sur içindeki şehrin hemen bütün evleri tarihi olup, her biri bir sanat eseridir, ancak maalesef bu şehrin uğradığı kültür katliamı diyebileceğimiz felaket sonucu bu tarihi evlerin yüzde doksandan fazlası yıkılmış, yerine “ucube” binalar oturtulmuşken Şairimizin içinde doğduğu ev bugün ziyaretçilere açık bir müze olarak tıpkı kendisinin şiirlerinde anlattığı güzellikleri o ev gelenlere anlatmaktadır.
Bir sonbahar mevsiminin Ekim’inde dünyaya gelen ve yine bir sonbahar mevsiminin Ekim’inde gözlerini dünyamıza kapatmadan önceleri “her mihnete razıyım/yeter ki gün eksilmesin penceremden” diyen Cahit Sıtkı yaşadığı kırk altı yılın içerisine öylesine bir edebiyat bahçesi yerleştirmiştir ki, şimdi o bahçeye bir giren çıkmak istememekte ve her biri gül misali olan şiirlerini okurken ruhunda ve kalbinde ferahlık esintileri hissetmektedir..
Şiirinden bir örnek vermek gerekirse, 1938 yılının Eylül’ünde yazdığı “sen yoksun ki” şiirini aktaralım:
“Gün çingeneler gibi göçebeydi ufukta,
Çimenler üzerinde yuvarlandığımız gün.
Akarsulardı gittikçe kararan boşlukta,
Sularda yüzünden yayılan bir tatlı hüzün
Göğe sessizce yükselen ay ondördündeydi;
Gece akasya dalında asılı gölgeydi,
Bahtiyar başlarımız aynı penceredeydi!
Hala o penceredeyim, lakin sular ölgün;
Sen yoksun ki, vefasız, sularda ay görünsün!..”
İşte şiir dili bu!..
Kullanmıyor sevdiğine “ay yüzlü” gibi basit kelimeleri, ama onun ay yüzlü olduğunu da “sen yoksun ki, vefasız, sularda ay görünsün” diyerek edebi bir sanat eseri oluşturuyor..
Yine o dili kullanıyor, bu dünyada insanın misafir olduğunu, her misafir gibi bir gün mutlaka gideceğini o kadar güzel dile getiriyor ki, hayran olmamak mümkün değil:
“Bir kere misafire çıkmış adın/İstesen istemesen gideceksin” ve her fani misafir gibi oda gitti, giderken güzel bir isim, güzel bir şiir dili ve güzel bir şehrin adını dillere düşürerek gitti..
Bu kadar sözden sonra onun memleket isterim şiirini bu sohbetin sonuna almamak ona haksızlık olacağı için, haksızlıktan kaçınalım:
MEMLEKET İSTERİM
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun,
Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun,
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun,
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak sevmek gibi gönülden olsun,
Olursa bir şikayet ölümden olsun!..
Cahit Sıtkı 1937 yılında bu şiiri yazarken sanki bu günleri görerek yazmış, bizde onu rahmetle anıyoruz.
UNUTMA “MASKE-SOSYAL MESAFE VE DUA”
Selam ve dua ile..