USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

SÖZ GELİŞİ YAKIN GEÇMİŞTE DİYARBEKİR!..

GÖNLÜMCE MAZİDEN Yok artık küçelerde göğe yükselen sesler, “Odun kıran-bulgur çeken” kimseler

GÖNLÜMCE

MAZİDEN

Yok artık küçelerde göğe yükselen sesler,

“Odun kıran-bulgur çeken” kimseler.

“Kuyu” dahi paklardı görme özürlü canlar,

Geri gelecek değil, o günler ve insanlar!..

MM

SÖZ GELİŞİ

Kim anlatacak acaba bizden sonra anlattıklarımızı, yazdıklarımızı, biz bu şehre olan vefa borcumuzu ödemezsek yeni jenerasyon bizi ne sebeple “rahmetle” anacak, “ekşili dolmasını, meftunesini” yiyerek gitmişler mi diyecek arkamızdan, bu şehrin kültürünü, gelenek ve tarihini nasıl öğrenecekler?

Oysa gelenek ve görenekler, kısaca “kültür” nesilden nesle anlatılır ve öylece yaşanılan güne gelinir, bir misal verecek olursak, bundan yetmiş-seksen yıl ötesine gidelim ve o günleri hatırlayalım; kış henüz gitmemiştir ama cemreler düşmüştür, odunluklarda bir kaç kucak yakacak kalmıştır.

Dicle nehri her zamankinden daha coşkun akmaktadır ve üzerinde kelekler vardır, kelekler bu şehir halkının gelecek kış günlerindeki yakacağı “meşe odunu” ile yüklüdür, kelekler Diyarbekir’den Bağdat, Basra ve daha ötesine sadece meşe odunu değil, her çeşit “yük” taşırlardı.

Bu günkü Gazi caddesi o günlerde “Bağdat caddesi olarak bilinirdi, çünkü bu caddenin sonunda Bağdat ve ötesi vardı, “kelekler ve meşe odunu” dedik ya, şehir halkı kış biter bitmez gelecek kışın ilk hazırlığını yapardı, sayıları çok olmasa da odun pazarı ve oduncular vardı,.

Hangi ev ne kadar odun alacak “oduncu” bilir ve o miktar meşe odununu o evin önüne yıkardı, bu odunların kırılması gerekirdi ve bunu da küçelerde “odun kıraaan” diye bağıranlar yapardı, güçlü kuvvetli insanlardı bu odun kıranlar, çoğunlukla Bingöl’lüydüler, iki-üç ton odunu bir-iki saat içinde kırar ve giderken de baltalarını bir kütüğe saplayarak ceketlerini giyip öyle giderlerdi..

O günlerin, o insanların, o kültürün özlemiyle doludur yüreğimiz, şimdi küçelerimiz var ama odun kıran, bulgur çeken, kuyu paklayan diye avazını yükseltenler yok, hele o Çermik sakızını satan “Seyfo” ve soğuk su sabunu da yok.

O günlerde “var” olup bugün “yok” olanları sayacak olursak sözü uzatmış oluruz, ilk bahara henüz girmeye başladığımız bu günlerde sadece Karacadağ ve daha başka köylerden getirilen “taze peyniri” hatırlatalım, Diyarbekir’li bilmezdi mahalle bakkalından gramla peynir almayı, çünkü ilk baharda yonca boldur, süt boldur, haliyle peynir de boldur.

Her ev Mardin kapısı ve Melek Ahmet caddesindeki peynircisinden 70-80 kilo ve daha fazla taze peynir alır, taze peynirin suları beyaz tülbentten damlarken evine getirir, evinde hanımı damak tatlarına göre bir kısmını tuzlayarak “salamura” yapar, bir kısmını da eritirdi.

“Peynir helvası” taze peynirle yapılırdı, fırıncı hamurun üzerine taze peyniri döşedikten sonra pişirir, sonra üzerine (şimdi kristal şeker) deniyor “mısır” şekeri yani ”toz” şeker ekerdi, “yok” olanlar dedik sözün başında, bunları da yanınızdaki o listeye alınız lütfen, ilk bahar dedik ve çok az bir şeyini anımsadık yaşadıklarımızın gördüklerimizin bahçelerini, piknik alanlarını ve hepsinden öte Muhammedi güllerini unuttuk sanmayınız, başka zamana bıraktık unutamadıklarımızın bir kısmını!..

Mübarek Cuma gününüz hayırlara vesile olsun

Selam ve Dua ile

 
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...