USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

NEDEN HOŞ KARŞILARIZ ŞEHRİ ANLAMAYANI? (2)

Çok kazanmalı, güçlü olmalı, ayakta kalmalı, başkası ona imrenmeli, kendisi isteyen değil, istenen olmalı, rakiplerine diş geçirmeli, en iyisine o sahip olmalı, en iyi evde o yaşamalı, en iyi aracı o

Çok kazanmalı, güçlü olmalı, ayakta kalmalı, başkası ona imrenmeli, kendisi isteyen değil, istenen olmalı, rakiplerine diş geçirmeli, en iyisine o sahip olmalı, en iyi evde o yaşamalı, en iyi aracı o kullanmalı, en çok o kazanmalı, tatilin en iyisini o geçirmeli, işinin yanında dört beş iş alanı daha olmalı, yirmi dört saat keşke kırk sekiz saat olaydı düşüncesiyle hareket edilmeli,

Biz, ilçede iken her ay uğradığımız şehirden birkaç bildiğimiz kitapçıdan aylık en az yirmi kitabı okumak için alırdık. Bu kitapların bitmesine yakın, aybaşını beklemez, okuyacak kitap bulamayacağımız için şehre gitmeye can atardık. Düğünde adet olduğu üzere, gelen arkadaşlarıma, yakın çevreme bilindik hediyeler yerine elli civarında kitap aldığımı, havlu-gömlek-çorap-mendil dörtlüsünü beşliye çevirdiğimizi, ilk kez anlatıyoruz.

Şehirlinin okuma derdi yoktur, öz itibarıyla. Gazete okurluğu, kitaba düşkünlüğü sınırlıdır, sinemaya ve tiyatroya gidişi de nüfusa göre aldatıcı rakamdır. O fazla masraf olmasın ister, bu düşünceyle şehirde gezip dolaşmayı, hafta sonu bir yere giderken de suyunu, kahvaltılığını, çay için termosta sıcak suyunu, pişirecek bir şeyler için mangalını unutmaz. Çünkü bilinçaltında “Şehir pahalıdır”

Şehirli olma yanında gönlümüz köylü, yaşantımız ilçeli, şeklimiz şehirlidir.

Niçin hep şehirden kaçıp, sessizliğin hüküm sürdüğü köyde, ilçede, ormanlık alanlarda, denize yakın yerlerde dinlenmek isteriz.

Şehir hayatının artık çekilmez olduğunu bilmekteyiz, bunu inkâr kişinin kendisini yok saymasıdır, aslında.

Şehir Araştırmaları Merkezi’ne yazılı-basılı-görsel malzeme yanında bazen değişik illerle kentlerde derlemeler yaparken, vatandaş bulunduğu yeri en iyi bilen olarak kendisinden bahseder.

Yazımızın başlığında “Neden Hoş Karşılarız Şehri Anlamayanı?” derken, şehrin mimarîsini, musıkîsini, tarihini, kültürünü dert edinenin köyden, ilçeden gelip şehre sahip çıkanlar olduğunu belirtmemiz içindi, bunca dil dökmenin sebebi.

Şehirli, maalesef şehrin kıymetini bilecek durumda değildir. Çünkü şehirde yaşamak, şehri bitirmek manasındadır, paraya pula kendisini kaptıran için. Şehrin siluetinin son otuz senede neden bozulduğunu nasıl izah edebiliriz?

Kalkıp kapitale gönül vermiş olanların, şehrin bağrına hançer gibi saplanan devasa betonarme yapıların şehrin tarihî ve kültürel yapısını bozduğunu kim açıklama cesaretinde bulunabilir?

Şehri şehir olmaktan çıkarmanın müsebbibi olanlar, kanunlarla yasaların gölgesine sığınırken, yeşil alanların, tarihî sit alanlarının bir bir elden çıktığını kim bilmez?

Kalkıp beş-on kitaptan iktibaslarla beş-on makaleden alıntılarla işi bilimsel-akademik açıdan ele almaktansa herhangi bir kaynağa yaslanmadan tespitlerle durumu izah etme, köylü-ilçeli anlatımla daha sadedir, samimîdir.

Biz, Şehir Araştırmalarımızı yaparken şehrin değişen yüzünden hoşnut olmayanların çoğunun şehre kırk elli yıl önceden gelenlerin olduğunu biliyoruz. Kendisini şehrin yerlisi bilenlerin oturduğu yeni mekânların on beş-yirmi katlı yapılar olduğunu bilmiyor değiliz. Kendilerine sorulsa, şehri bozan unsurun köyden ve ilçeden gelenler olduğu söylenir. O halde oturdukları eski evleri, iş yerlerine, çok katlı yapılara teslim edenler kimlerdir? “Bu, mecburi durumdur, şehrin gelişimine zorunlu uyumdur.” Cevabını vermezler mi, budur haksızken haklı görünme.

Üniversitelerimiz, araştırır, soruşturur, AR-GE çalışmaları yapar, suçu iç göçlerde bulur, şehrin artan nüfusuna bağlar, yer altı ve yer üstü yapıların ihtiyaca cevap vermediğini saptar.

Köylüyü ve ilçeliyi üretimden tüketime yönlendiren anlayış, şimdi de ithalata harcadığı dövizi, ihracatla karşılamayınca bütçeyi daima açıkla kapatmaktadır.

Köylüyü, ilçeden geleni daima televizyon dizilerinde aşağılayan, hor görenler, kendi zevklerini dizilerde ön plâna çıkaranlar, hayatı cennet gösterip bambaşka bir yaşantıyı bilinçaltına yerleştirenler, reklâmlarda bunu başaranlar tarlasını, hayvanını, bağını, bahçesini satarak, şehirde kendilerinden daha iyi şartlarda yaşamaya başlayanları neden küçümser? Okula gidip meslek sahibi olan, doktorluktan avukatlığa, mimarlıktan mühendisliğe varıncaya kadar her alanda eğitimle toplumda var olan, Anadolu’nun sermayesinde söz sahibi olmak isteyen, görünmeyen zincirleri kıranlara” Beyaz Elit Tabaka”, niçin tepeden bakar, durur?

Yolu olmayan, okulu bulunmayan, sağlık hizmetinden mahrum halen o kadar köy vardır ki anlatılmayan, haritadan seçilmeyen… Buna kimi kent dediğimiz ilçeler dâhil, kasaba bile denilmeyen.

Buna zemin hazırlayan, köylüyü üretimden alıkoyan, tüketici yapan, ilçeliyi şehre yönlendiren, ülkenin dışa bağımlılığını bilinçaltına zerk eden, aracını yapmaya engel olan, ilacını üretmeye sınır koyan, ürettiğini kotalayan, insanını bankalara kredi ile bağımlı hale getirme, son elli senenin değil, yüzyılın plânıdır.

Dahasını söyleyelim, bu beden taşıdığı kafa yerine başka bir kafayı kabullenmiyor. Özüne dönüşte sıkıntılar, doğum sancıları azalmaz, giderek artar. Şehirlerde görülen başkalaşım, yirmi yıl içinde eskiden olduğu gibi ilçelere ve köylere dönüşümü hızlandıracak, şehirler koskoca hayaletler gibi görünen, betonarme boş yapılarla mezarlığa dönüşeceğe benziyor.

Beyaz Elit Tabaka, hor gördüğü, dışladığı, küçümsediği insanların kendi kendilerine yettiğini gördükçe ve kendi özüne dönüşün sancıları içinde kapıları araladıkça daha bir kendinden geçecek, içeceğini, yiyeceğini, giyeceğini tespit etmeye kendisini yetkili gördüğü, her beyaz eşyasını kendisinin ürettiği, evinin yapısından eşyasına kadar kendisine ait bildiği insanların çağdaş köle konumundan çıkma isteğini, kendisinin varlığının yok bilinmesinin işareti olarak, ayrılıkları-gayrılıkları körüklemeye, çıkan kıvılcımları üfürerek yangına dönüştürmeye dikkat kesilecektir.

Şehir Araştırmalarını yaparken medeniyetlerin hesaplaşmasının bu yüzyılda kaçınılmaz olduğunu görmekteyiz. Bunu “Hakk” ve “Batıl” olarak kabul edin, “Doğu” ile ”Batı” olarak anlayın ya da Demokrasiyi sömürü maskesine büründüren ülkelerin mazlumlara karşı savaşı olarak bilin.

Köyü bozan, ilçeyi ortadan kaldıran, şehri şehir olmaktan çıkaran herkesi tüketimin merkezi Alışveriş merkezlerinde buluşturan çark içinde üretimin nerede olduğunu düşünün. Biz, bize ait olmayan ürünleri istediğimiz kadar protesto edelim, bizi bu ürünlere alıştıranlara karşı kendi ürettiğimizi bile almıyoruz. Peki bizim ürettiğimiz bu ürünler, hayatımız içinde bir ihtiyaç mıdır? İhtiyaç olmadığını bile bile ihtiyaç olarak bunu bize kabul ettirenleri tanımamız, onların karşısına dikilmenin ilk adımı bilinmelidir. Bu gün çektiğimiz sıkıntıların başlangıç noktasında onları tanımamız yer alır.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...