USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

TARİHE ADINI YAZDIRMIŞ “ DİYARBEKİR’Lİ AHMET ÇELEBİ!..” (*)

İLK SÖZ ALTIN Sarı maden “değerli” ellerde şekillenir, Kanaviçe tadında maharetle işlenir!

İLK SÖZ

ALTIN

Sarı maden “değerli” ellerde şekillenir,

Kanaviçe tadında maharetle işlenir!..

MM

GÖZLÜYORUM

TARİHE ADINI YAZDIRMIŞ “ DİYARBEKİR’Lİ AHMET ÇELEBİ!..” (*)

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

Motif motif işlerdi sanatkarlar altını,

Tarihi oku da gör müslüman san'atını!..

Nicedir bu konuyu yazmak istiyor ve fakat bir türlü fırsat bulamıyordum, bugün yazmak isteyişimin bir sebebi bu şehrin geçmişte var olan ve fakat bugün unutulan “kuyumculuk sanatını ve onun ustalarını” yad etmek, diğer bir sebebi de bu meslek ile sanki geçmişte hep “gayrimüslimler” uğraşmış ve ün'lenmişler de müslümanlar bu sanata bigane kalmışlar gibi  yanlış bir algılamaya dikkat çekmek isteyişimdir.

Bir de bir zamanlar bu meslek dalının bugün de var olduğunu ve fakat isim değiştirdiğini belirtmek istedim ki o meslek dalı “sarraflıktır” günümüzde “sarraf” olarak kendini tanıtması gerekenler nedense “kuyumcu” sözcüğünü benimsemiş ve öylece icra-i sanat etmeye başlamışlardır ki, sarraflar altın ve para alım satımını yapan esnaf iken, kuyumcular altın madenini işleyen sanatkarlardır, sarraflar sattıkları altınları bu kuyumculardan alır satarlar.

Günümüzde bazı “kuyumcular” altın alıp sattıkları gibi “döviz” alım satımı da yapmaktadırlar, böylece “sarraf”lık mesleğini sürdürmektedirler, altın madeninin has’ını ve sahtesini en iyi “sarraf” olanlar bilirdi, literatürümüze “insan sarrafı” sözü de bu meslek dolayısıyla geçmiştir.

Esas konuya dönecek olursak Diyarbekir’de kuyumculuk mesleği geçmiş zamanlarda başlamış, tarihin hemen her döneminde kendinden söz ettirir olmuştur, nitekim  “Kanuni Sultan Süleyman" Diyarbekir'in Osmanlı'ya katılımından kırk yıl sonra  955-956 ve 961 yıllarında Diyarbekir’e gelerek uzun müddet oturmuş vebir seferinde tahtını kurdurarak halka hitaben bir de nutuk irad eylemiştir.

Ahmet Çelebi Kanuni’nin bu ziyaretlerinde hazır bulunarak takdire mazhar olmuştur. 956 senesi kurban bayramının arifesinde henüz şehzade iken Diyarbekir’e gelerek 72  gün kalan 2. Sultan Selim’le de Diyarbekir Valisi İskenderpaşa delaletiyle görüşmüş ve mücevherat satmıştır.”

Amacımız Osmanlı tarihini yazmak değil, bu tarihin içinde yer alan Diyarbekir’i ve buradaki kuyumculuğu anlatmaktır amacımız, tarihi kaynaklara baktığımızda “975’de Diyarbekir Valiliğine meşhur Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Vezir Hasan Paşa tayin olunmuştur.

Kuyumculuk san’atının burada çok geliştiğini görüp takdir eden Hasan Paşa Kuyumcular çarşısını yapmaya başlar, bu kuyumcular çarşısından Ulu Camiye doğru bir kol atarak “ketenciler” çarşısını da buraya ilave eder.

...Hasan paşa bu çarşışının şimal cihetindede büyük bir han yaptırır ki bugün “Hasan Paşa Han”ı namı ile maruftur. Han'dan cevahirciler, ketenciler çarşısı ile kuyumcular çarşısının ortalarına kadar cesim ve kabartmalı  müzeyyen iki kapı koydurur ki her taraftan gelen cevahir tüccarları bu handa misafir olsunlar ve bu kapılar vasıtasiyle "ham" taşları kuyumculara satsınlar ve burada işlenmiş olan mücevheratı da cevahir çarşısından satın alsınlar..

...Ahmet Çelebi ve şakirtlerinin yaptıkları boroşlar, gerdanlıklar, murassa kılıçlar, müzeyyen hançerler ve türlü türlü mücevherat, süslü avizeler, aynalar hep ketenciler çarşısındaki dükkanlarda bulunurdu..”

Dikkatleri çekmek istiyorum Diyarbakır’ın o günlerdeki kuyumculuk sanatına ve ustalarına, ne diyor, Ahmet Çelebi diyor, şakirtleri yani çırakları diyor ve bunların ustalıklarını anlatmaya çalışıyor okuduğumuz tarih bilgileri, o tarihlerde “gayrimüslimler” bu şehirde yok mu idi, vardı elbette ama kuyumculuk sanatında “Ahmet Çelebi” nin adı okunuyordu..

Tarihi öğrenmeyi sürdürelim: “...978’de Hasan Paşa Diyarbekir Valiliğinden ayrılmış, yerine dünyanın en birinci zenginlerinden olan “Özdemiroğlu Osman Paşa” tayin olunmuştu, nihayet yüzbinlerce lira sarfiyle tamam yedi senede biten binanın “Hasan Paşa Hanı”nın hizmete açılması merasimini Osman Paşa yapmış ve kuyumcular reisliğine  Ahmet Çelebi getirilmiştir. (982) tarihli kitabe hanın büyük kapısı cephesinde bulunuyor...

...Bu esnada Osman Paşa Diyarbekir Valiliğinden ayrıldı, yerine (Derviş Paşa geldi Sokullu hanedanındandı) Hasan Paşanın amcası oğlu idi, bu arada İran Seferi çıkmış ve Sokullu Hasan Paşa’da sefere memur olarak Diyarbekir’e gelmişti, Ahmet Çelebi’nin kendisine sunduğu mücevheratta gördüğü San’at kudretine hayran kalmıştı.

...Bu müddet zarfında Ahmet Çelebiye yakut, mücevher, lail, zebercet ve altın-gümüşe dair bir çok sanatlı işler ısmarlamıştı. Paşanın yaptırdığı bu mücevheratta en kıymetlisi  (Kahibişit) ismindeki serir ile (Ravzaibihişt) adındaki irem bahçesinin benzeri idi..

Konuya giriş yaparken tarihi biraz aralayarak bu şehirdeki bazı sanatlardan özellikle kuyumculuk sanatından ve kısaca da “sarraf”lıktan söz etmiş adını altın harflerle Diyarbekir tarihine yazdırmış bir usta olan “Ahmet Çelebi”yi anmıştık, bunu yaparken de amacımızın “tarihi” anlatmak olmadığını, bu sanatların bir zamanlar “müslümanlar”  tarafından nasıl ustaca icra edildiğini belirtmek olduğunu ısrarla vurgulamıştık,

Yakın tarihte diğer sanat dallarında olduğu gibi kuyumculukta da bu şehirde “gayrimüslim” ustaların yaşadığını da inkar etmiyor, kabul ediyoruz ama, bu mesleğin çok ötelerden müslümanların eliyle geldiğini de vurgulamaya çalışıyoruz, devam ederek  bitirmek istediğimiz konunun devamı tarihi kaynaklarda  şöyledir:

“...Ahmet Çelebi bütün kuyumcu ustalarını ve yetiştirdiği şakirtleri başına toplayarak her birine kudret ve maharetine göre işler vermiş, en zarif sanat işlerini de kendisi deruhte ederek iki eşsiz eseri on senede bitirmiştir.

Bu eserlerde yapraklarına, damarlarına, yemişlerin kabuk ve içlerine varıncaya kadar öyle bedii bir surette nakşeylemiş idi ki, masnu  olduğunu (sanat eseri) bilmeyen bir adam ansızın görünen yemişi koparmak hevesine düşebilirdi..

...1006 yılında Bağdat Valiliğine tayin olunan Hasan Paşa Diyarbekir’e uğrayarak bu eşsiz sanat eserlerini görüp ustasını sonsuz mükafatlara boğdu. Paşanın Bağdad’a gidişinden bir sene sonra yapımı tamamen biten bu eserleri keleklerle Bağdad’a götürerek kurdurdu ve herkesin gözlerini kamaştırdı.

Peçevi İbrahim efendi bu eserler hakkında şöyle diyor: ‘Hasan Paşa Bağdad beylerbeyi iken kırk-elli bin kuruşluk gümüşten Kahibişit adlı seriri ihdas eder ve üzerine yine simiham (saf gümüş)den eşcar ve evrakı bahar makulesi esmar (resimler işleyip)  bir veçhile tertip ve tezyin eder ki ukul hayran kalır.. (bahardaki güzelliklerin, güllerin, çiçeklerin nakşedildiği bu güzelim eserleri görenlerin akılları hayran kalır)

...Ahmet Çelebi’nin san’at yadigarları yalnız bunlardan ibaret değildir, bir çok cami, mescit ve türbelerde bulunan kapı ve pencereler avize ve süslü kandiller hep onun, o üstadın eserleridir.

...Mevlana’nın Konya’daki türbesinde gümüşten yapılmış ve gayet müzeyyen olan ikinci kapısı da Hasan Paşa  tarafından Ahmet Çelebi veya şakirtlerine yaptırılmıştır.

Ahmet Çelebi'nin himmetile kuyumculuk san’atı Diyarbekir’de çok terakki etmiş ve şakirtlerinin her biri kudretli sanatkarlardan olmuşlardır. Dördüncü Murad Bağdad’ı aldığında Emakini mübarek tezyinatını (kutsal mekanların tezyinini) Diyarbekir’den ısmarlamış ve Diyarbekir’e gelip 71 gün oturduğu sıralarda bu siparişleri Ahmet Ustanın şakirtleri yapmışlardır.

...Naima tarihinde şöyle anlatılır: ‘Padişah Hazretleri eyyami şite (kış günleri) olmağla 71 gün Diyarbekir’de ikamet buyurdular. Hazret-i İmam-ı Azam türbesine simiham (saf gümüş)ten bab (kapı) ve şebike ve avizeler ve müsenna kandiller tertip olunup ol diyarın meşhur kuyumcularına yaptırıp mahalline vaz olunmak için Bağdad’a irsal eyledi (gönderdi).

Bilmiyorum bir şeyler anlatabildim mi,  bu yazdıklarımla, bu şehirde bir zamanlar var olan kuyumculuk sanatının “pir”ini tanıtabildim mi, günümüze geldiğimizde bu şehirde belki yüzlerce dükkanın üzerinde “kuyumcu” yazar da bir tanesinden çekiç sesi işitemezsiniz, bir tanesinin içinde bir atölyenin varlığını hissedemezsiniz, gerçi yakın tarihlere kadar şimdi sur içinde bulunan ve girişinde “tarihi kuyumcular çarşısı” yazan çarşıdaki dükkanların üst katlarında atölyeler vardı, buralardan çekiç sesleri yükselirdi ama, şimdi sessizlik hakim, sadece aldığını satan “sarraflar” mevcut ki, o sarraflar kendilerine kuyumcu demeyi yeğlemişler de müşterilerine sattıkları bazı mücevheratın adresini de  “Trabzon” olarak vermektedirler..

BİR KATRE

Müslümanın "zineti" Allah korkusu takva,

Günahtan ırak dur sen, etme "gayri"den şekva!..

(*) Ben küçemi özledim’den

UNUTMA : MASKE – MESAFE VE DUA

Selam ve dua ile.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...