?>

YERİNDE YELLER ESER KÜÇEMİN!.. - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

Mevlüt MERGEN

3 yıl önce

KÜÇE BAŞINüfusu değil iki milyonu, beş -  on milyonu bile bulsa bana göre Diyarbekir demek Sur içi demektir derim, böyle düşünür ve inanırım, zaten on yedi yıldır böyle yazdım şiirlerimi, kitaplarımı ve gazetelerdeki yazılarımı.Söyleşimize konu başlığı olarak “yerinde yeller eser küçemin” dedik ya, bir zamanlar “var” hatıralarımızda varlığını sürdüren şimdi ise “yok” olan o küçemizi anlatalım istedik.Bilinmelidir ki şimdi o küçe ve daha birçok küçe yerinde değil, içinde nice ömürlerin tüketildiği, aşkların sedaların yaşandığı, komşulukların anlam kazandığı, insana saygının zirve yaptığı zamanlarda içinde dünyaya gözümüzü açtığımız evimizin ve birçok komşu evinin yerinde de yeller eser.1988 yılına kadar o küçeden uzaklara gönderdiğimiz mektup zarfının “sol” köşesindeki “gönderen” kısmına şöyle yazardık: “Fatih paşa mahallesi Bıyıklı Mehmet Paşa Sokağı no.36” sonradan mahalle ismi değişti ve “Savaş mahallesi” oldu, Bıyıklı Mehmet Paşa yerine “şeftali” sokağı Tuna ap. No. 14 şeklinde oldu değişiklik.Yıllar önce “yasaklı günlerden” bir gün o sokağın özlemi içime düşünce gidip görmek istedim, yoğurt pazarından o sokağa doğru yürümeye başladım, istiyordum ki evimizin bulunduğu yere kadar gideyim, fakat olmadı, 20 metre kadar yaklaşmıştım ki yol kapalıydı.Bulunduğum noktada durup o küçenin aşağısına doğru baktım, baktım ve hüzünlendim, çünkü bizim evimiz yerinde yoktu, bitişiğimizdeki “kudsi şerif vakfı” olan ev de yoktu, sadece rahmetli PTT’den emekli “Faik” amcaların evi vardı,  vardı dediysem, gördüğüm kadarıyla vardı.Bütün Diyarbekir evleri gibi bu evde saray gibiydi, ne hatıralarımız vardı o evde, rahmetli Faik amca’yı, eşi Vasfiye teyzeyi o evde çok görmüş, akrabamız gibi sevmiştik, Allah gani gani rahmet eylesin “Vasfiye” teyze çok “nüktedan” bir hanımdı.Bütün hanımlar o kadını severdi, toplardı etrafına küçenin hanımlarını onlara çay ikram eder, sohbetlerde bulunurdu da bu tutumundan Faik amca yakınırdı: “bir haftada bir paket çayı (100 gram) tüketmiş” diye..Bir genç oğulları vardı Vasfiye teyzelerin, hastalandı, gencecik yaşta vefat etti de acısı hala yüreklerimizde yaşar “Nezir” çok genç yaşta siroz hastalığı sebebiyle  öldü diye hatırlarız..Şu anda o evin kanatları sökülmüş sadece pencereleri görünen o ev daha sonra el değiştirdi.O evin bitişiğindeki “Hüseyin efendinin” ve Mutaf’ların evi vardı, vardı diyorum, belki iskeletleri hala vardır bu tarihi evlerin..O gün yirmi metre kadar daha yürüyebilse idim, bir zamanların şarap imalathanesi olan “Pakradun Arat”ın evi duruyor mu, yoksa yıkılmış mıdır onu da anlayacaktım, ilk sahiplerini anıyorum.Bu küçenin son sakinlerinden bazılarının hayatta olanları vardır, “Sadun ağa”nın iki hanımı, iki tane evi vardı o küçede bir zamanlar “Dağıstan’lı Seyyid baba” da o küçede otururmuş..O Küçede öyle bir ev vardı ki “gül bahçesi” idi, yetmişten fazla gül çeşidinin yetiştirildiği evdi merhum “ano’nun oğlu tenekeci Said”in evi, yalnız gülün mü yetmişten fazla çeşidi vardı, hayır, çiçekler de öyle sayısız, gül ve çiçek doluydu o evin avlusu, biz çocuktuk kapısı açık olduğunda hayranlıkla bakar, uzaktan koklardık gülleri, çiçekleri…Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun merhum dedesi Müftü Molla Halil Özaydın’da o küçede otururdu, yoğurt pazarından itibaren evine kadar giderken kimseler önüne geçmezdi, geçmek durumunda olanlar olsaydı, duvarın tam dibine yaklaşır yan yan giderek hocaya selam verir, öylece hızlı hızlı geçerdi.“Yukarı ve aşağı çirik” diye iki tane fırın vardı o küçede, birisi harabeydi sonradan yenilendi, diğeri ise biz bildik bileli vardı ve “Çirik fırın” diye bilinirdi de sahibi “Selim Aslan”ı herkes fırından daha çok onu bilirdi…Bazen sokak, bazen küçe diyorsak her iki sözcüğü de geçmişte ve günümüzde hep kullandığımız için diyoruz, atlarının nal seslerini önceden duyduğumuz paytonların geçtiği Bıyıklı Mehmet Paşa sokağı geniş ve işlek bir sokaktı, onun için bazı evlerde ufak tefek değişiklikler yapılarak dükkana dönüştürüldü.Bizim evde dahi ilk bahar günlerinde salkımlarını yediğimiz içinde akasya ağacının bulunduğu küçük bir bahçemiz bile vardı ki onu da dükkana çevirmiştik.Sabahları erkenden arasadan getirdiği sebzeleri “domata, patata” diye satmaya başlamadan gramafonundan şark bülbülümüzün  “silmedin göz yaşını aşkın ile ağlayanın” sesini dinleten “Süslü Ahmet” in dükkanı barakadan oluşturulmuş dükkandı, gaz ocağı tamircisi teyzemin oğlu merhum Remzi Taylan’ın dükkanı da evlerinin mutfağı iken dükkana çevrilmişti.Radyocu Eşref Atay’ın dükkanı hemen karşımızda idi, dükkandan dinlerdik rahmetlinin sokak boyunca yükselen sesini, bilirdik ki “Haluk Güzelses” Eşref Atay’ı ziyarete gelmiş, ona rahmetli babasının eserlerini söyletiyor,  bu insanların isimlerini anmamızdaki amaç ise onları rahmetle yad etmek içindir.Bu şehrin ilk sağlık ocaklarından birisi o küçedeki “tarihi” evlerden birisi yıkılarak sağlık ocağı olarak açılmıştı, o sokakta her gün şöyle bir ses duyulurdu: “Bağdat’ın kapısın Genç Osman açtı/kelle koltuğunda üç gün dolaştı” o sesin sahibine biz “Sofu arda” derdik.Sofu arda tepeden tırnağa beyaz giyerdi, elinde “çögen”iyle yürüyen bilgisayardı adeta, sorduğumuz da kurban bayramına kaç ay var? o bize bırakınız ayını gününü, saatini bile söylerdi, Ramazanlarda iftara ne kadar var, ya da bayrama kaç gün kaldı sorularımızın cevabını ondan alırdık.Bütün bunları niye anlattım bilir misiniz? Birisi şöyle bir soru sordu küçede ne vardı ki yazdığın bir kitabına “ben küçemi özledim” diye isim bırakmışsın?”Bilmiyorum yukarıdan beri anlattıklarımla bir küçeyi sadece ve o küçeden bir kaç ev ve ismi andık, acaba bütün bir Sur içini anlatmak mümkün müdür?İmzamızı taşıyan “Sende arıyorum Diyarbakır’ı, Manzum (şiirsel) Diyarbakır Hikayeleri, Bibi’nin Diyarbekir feryadı 1-2, Peygamberler ve sahabeler şehri Sevdam Diyarbekir ve nihayet henüz basılmış olan Ben küçemi özledim” kitaplarımızla anlatmaya çalıştık yaşadığımız şehri ve  küçelerini.. .Bunlar sadece bizim imzamızı taşıyor, “on gözlüdür gamzedeler köprüsü” romanı da bizim imzamızı taşıyor.Başta rahmetli Av. Şevket Beysanoğlu olmak üzere, M. Şefik Korkusuz ve diğer yazarların kitaplarını da varın siz kıyaslayın ve bir şairin şu sözünü de hiç unutmayın: “Dicle nehri mürekkep olsa Diyarbekir sevdasını anlatmaya yetmez”..Biz bir küçeyi anlatamadık koca bir Diyarbekir’i nasıl anlatabiliriz ki, ömrümüz bitti/bitecek sözümüz bitmedi.Berhudar olasınız ömrünüze bereket sevgili okurlarımŞİİRDÜŞECEK GÜN ÜSTÜNE  Akşamın karanlığı,Düşecek gün üstüne.Seven yüreğin gamı,Düşecek gün üstüne. Karacadağ’ın karı,Dertli gönlün efkarı,Özemin bulutları,Düşecek gün üstüne. Surların sessizliği,Sanki kimsesizliği,Elin çaresizliği,Düşecek gün üstüne. Amid benim enkazım,Onu anlatır sazım,Onunla olan yazım,Düşecek gün üstüne Gözyaşlarım dicle’dir,Akar gider nicedir,Sevdası tek hecedir,Düşecek gün üstüne. Gönül umut yurdudur,Özlem onun kurdudur,Zaman geldi doğrudur,Düşecek gün üstüne. Günün ardında bahar,Söylüyor geçen çağlar,Geleceğe umutlar,Düşecek gün üstüne!..MEVLÜT MERGEN AMİDİDiyrbekir, 28.01.2008 
YAZARIN DİĞER YAZILARI