?>

SON DEVRİN DİN MAZLUMLARINDAN - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

Mevlüt MERGEN

2 yıl önce

KÜÇE BAŞISON DEVRİN DİN MAZLUMLARINDANSÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN VE "NİYE DİYARBEKİR?..(*)AŞK: Gönül kavuşmak diler bir "mürşid-i kamil"e,"Aşk"ı yüklenmiş gider, "Hak"ka doğru kafile!..Acizane imzamızı taşıyan "bibi'nin diyarbekir feryadı" kitabımızın "Diyarbekir'in manevi dinamikleri"ne ait bölümünde iki isimden söz etmiştik.Bunlardan birisi şu anda Şanlıurfa'da medfun bulunan Şeyh Eşref Taşkın, diğeri ise yine şu anda Antalya "arapsuyu" kabristanında medfun bulunan "İsmail Şanlı" idi,Bu iki güzel insanın müşterek vasıfları vardı; hem büyük bir din alimi ve hem de mutasavvıf "Süleyman Hilmi Tunahan"ın (k.s.) okuttuğu yüzlerce talebelerinden olmak ve hocalarının izini, yani Kur'an hizmetlerini Diyarbekir'de de sürdürmek.Eşref Taşkın (re'sen emekli istihdam subayı) aslen Çermik'li, Diyarbekir'de "Kadiri ve Rüfai şeyhi Zeynelabidin İnan"la buluşur, hem üstadı Süleyman Hilmi Tunahan'dan aldığı icazet, hem de Şeyh Zeynel Abidin'in verdiği "hilafet" yetkisiyle halkı irşad eder, münazaralara katılır, daha sonra gittiği Urfa'da vefat edip orada defnedilir.İsmail Şanlı ise "resmi" Merkez Vaizi olarak Antalya'da görevdeyken Diyarbekir'e tayin edilir, gelir gelmez başta Ulu Cami olmak üzere camilerde halkı irşada ve Kur'an hizmetlerine başlar, kısa zamanda bütün bir Diyarbekir'in sevdiği, saydığı "manevi dinamik"ler arasında yerini alır.Konuya geçmeden bu iki ismi niçin andığımızı belirtmek istiyorum, aslında gerek bu iki insan ve gerekse onlar gibi yüzlercesi "Süleyman efendi"nin sohbetlerini dinlerken o zamanlar O'nun özellikle Diyarbekir'e karşı olan ilgisine şahit olmuşlardır,.Nitekim İsmail Şanlı'dan bizzat duymuşluğumuz vardır: "Diyarbekir'e gidemedik, onlarda gelmediler ki okutalım" o zatın Diyarbekir'le ilgili sözleri yalnız bunlar değil elbette, şu sözlerine de dikkatleri çekmek isteriz:"Diyarbekir çok müthiş, çok mühim bir memlekettir, Ashab-ı Kiram yatır ve Fatih'in hocası, hocasının soyları ordadır, Özdemiroğlu Osman Paşa ordadır, maneviyatı yüksek olan bir şehirdir, orayı fethedersek orda şarkı fethetmiş oluruz"Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, büyük bir alim, büyük bir mutasavvıf, nasıl ki şanı yüce peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in en büyük "mucizesi Kur'andır" işte bu mucizenin ışığında yürüyen Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin en büyük "kerameti" Kur'an hizmetlerini seven gönüllere nakşetmesidir.Bu zatın Diyarbekir'e karşı olan ilgisini anlatmak üzere yola çıktığımız için bugün dünyanın hemen her tarafına yayılan bu hizmetlerden söz etmiyor, bu hizmetlerin Diyarbekir'de nasıl başlatılmaya çalışıldığını anlatmaya çalışıyoruz, ki sözün burasında o'nun talebelerinden olan "Hüseyin Şahin"in "özel" bir sohbetinden bazı alıntılar yapmak istiyoruz.Ki bu bilgilerle yukarıda sözünü ettiğimiz "sağlam temel" sözümüze açıklık getirmiş olalım;  "Hüseyin Şahin" 1958-59 yılları arasında vatani görevini yapmak üzere asker olur, bu görevi ifa etmek için  Bursa'ya gider, hocasını ziyaret etmeyi düşündüğü için fırsat kollar ve bir vesileyle o fırsatı bulur.İstanbul'da Kısıklı semtindeki hocasının hanesine giderek onu ziyaret eder, bu ziyaretler sekiz gün sürer, bu sekiz gün zarfında şahit olduğu şudur ki hocası bu sekiz gün boyunca yaptığı sohbetlerde hep Diyarbekir der, yukarıda zikrettiğimiz: "Diyarbekir çok müthiş, çok mühim bir memlekettir, Ashabı kiram yatır ve Fatih'in hocası, hocasının soyları ordadır, Özdemiroğlu Osman Paşa ordadır, maneviyatı yüksek bir şehirdir, orayı fethedersek orda şarkı fethetmiş oluruz" sözlerini dinler.Hüseyin Şahin'in şöyle bir merakı vardır, "ben Bursa'da asker olduğum halde niçin Diyarbakır? Efendi hazretlerine 'Diyarbakır'da değil Bursa'da askerim' demesi zaten adaba uygun olmaz, Bursa'da asker olduğunu da biliyor, vaaz ettiğini de biliyor, niye Diyarbakır?"Hüseyin Şahin bu merakın içindeyken bir gün kendisine: "Git Kemal beye evladım, sana 100 tane Elifba versin" denilir, şöyle anlatır Hüseyin Şahin: "gittim Kemal abimiz yok, onun katibi: 'yüz tane kalmadı 60 tane kaldı' dedi ve o 60 taneyi paketledi, o paketi aldım ve Bursa'ya döndüm"Hüseyin Şahin ne bilsin ki Bursa'ya döndüğünde kendisine bundan sonraki vatani görevini sürdürmek için Diyarbekir'e gideceğini ne bilsin, ama o zat "ehl-i keramet" olan o zat bunu görmüş, Diyarbekir'deki Kur'an hizmetlerinin temeli sağlam atılsın için O'nu böylece görevlendirmiştir,Hüseyin Şahin görünürde asker olduğu gibi üstadı tarafından da görevlendirilmiş bir Kur'an hizmetkarıdır, bir nevi manevi askerdir, Diyarbekir'e gelir ve o günlerdeki Diyarbekir müftüsü  "Molla Halil Özaydın"dır (*), bu zat Ulu Cami kürsüsünde yaptığı vaazlarla halkı irşad eder ve kürsüyü kimseye vermez, fakat Hüseyin Şahin sanki istisnadır ve Ulu Cami kürsüsünde Diyarbekir'lilere va'z-ü nasihatlerde bulunmasına izin verir.Çevresini Diyarbekir'liler doldurur, tanışır onlarla, kimler midir onlar? Bazılarının isimlerini şöyle bildirir Hüseyin Şahin: "Fatih'in hocası Molla Gürani sülalesinden Adil Gürani, Buğday tüccarı (allaf) Abdülhamid efendi, Kumaşçı terzi Mehmed efendi, büyük bir otelin sahibi Salih Özcan ve birde tuhafiyeci Naci Güran ile Abdullah Akçam (Akçam kereste fabrikasının sahibi)"Bu insanlar kendisine sahip çıkar ve beş kişi aralarında anlaşıp trenle İstanbul'a gidip Süleyman Hilmi Tunahan'ı ziyaret etmeyi kararlaştırırlar, giderler de ama onların İstanbul'a vardıkları gün İstanbul'da münteşir "Hür adam" gazetesinin sahibi Sinan Onur'un şöyle bir yazısı vardır:"Heyhat! Kainatın yıldızı olan zatın vefat haberini aldım, Süleyman Hilmi Tunahan... Koltuğumda yığıldım kaldım. Heyhat kainat karanlığa büründü!.."Hüseyin Şahin, alıntılar yaptığımız o "özel" sohbetinde bu bilgileri verirken şunu da ekler: "İstanbul'a beş kişiyi gönderdik, beş gün sonra da tren istasyonunda Ali Büzgün kardeşimiz beş kişiyi beklerken trenden indiklerinde hazretimizin vefat olayına karşılaşmışlar ve o günün İçişleri Bakanı Hazretimizin Fatih Camiine gömülmesine mani olmuş, çünkü hazretimiz Fatih Camii Medreset'ül Kuzat'ta öğretim üyeliği yaptığı için orada gömülme hakkı hala saklıymış, oraya mezarı kazıldığı halde mani olunmuş"Hüseyin Şahin'in bu sohbetinin içinde o zatın bir kerameti daha ortaya çıkıyor ki şöyledir: ""...hazretimiz arada sırada Karacaahmetten geçerken 'evladım burası gariplerin yeridir' dermiş..Şimdi o gariplerin yerinde, şairin: "deryada sonsuzluğu fikretmeye ne hacet/al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet" dediği kabristanda her gün ama her gün yüzlerce insan o "gönüller sultanı" zatın mübarek makberini ziyaret etmekte ve onun vesilesiyle o kabristanda medfun bulunan diğer gariplerde yağan rahmet ve mağfiretten nasiplenmektedirler.Yine Hüseyin Şahin'den: "Diyarbekir'de askerliğim böylece bitmiş oldu. Anlattıklarıma şunu da ilave etmek istiyorum, bize devamlı şunu buyururlardı: '...Evladım! Sizler bir vilayette değil, iki vilayette vaaz edeceksiniz, hatta İla-i Kelimetullahı duymayan ormanlarda, çadırlarda yaşayan kişilere bunları duyuracaksınız, sizler Mehdi'nin askerleri olacaksınız!.."Biz sadece Diyarbekir'le ilgili olan kısımlarını alıntıladık, bu "özel" sohbete konu olan Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin, bu zatın Diyarbekire duyduğu ilgiyi dile getirmeye çalıştık, isimleri anılanlardan Naci Güran'ı, Abdullah Akçam'ı görmüşlüğümüz ve tanımışlığımız vardır, bu isimler İsmail Şanlı'nın vaazlarını kaçırmayan binlerce Diyarbekir'liden bir kaçıdır diye düşünüyoruz, çünkü gerçekten o kadar çok cemaati vardı ki Şanlı hocanın bunları tek tek tanımak bizler için oldukça zordu, hem sonra bizim gözümüz ondan başkasını görmüyordu ki!..Hüseyin hocanın "özel" sohbetinde anlattıklarından alıntılar yaparken mümkün mertebe aslına sadık kalmaya özen gösterdik, hocaefendinin "niye Diyarbakır" sorusunu düşündüğümüzde şu kanaate vardık: şüphe yok ki kendisi Bursada askerdir, Diyarbakır'a gideceği hatır hayalinden bile geçmediği için bu soruyu kendi kendine sormuştur, oysa o sorunun içinde gizlenen mana şudur: "Diyarbekir çok önemlidir, çok mühimdir, ilim yurdu, alimler yatağıdır, fakat bu özelliğini kaybetmektedir,"Şeyh Sait" vak'asını müteakip bir gecede 40'ın üzerinde cübbeli, sarıklı molla, alim, şeyh idam edilmiştir, idam edildikleri yere de "müskirat" fabrikası kurulmuştur, böylece bir "gözdağı" verilmiştir buradaki ve bölgedeki ilm erbabına ve bölge halkına..Şehirde medfun bazı "Sahabe-i Kiramın" mübarek mezarları yol genişletme bahanesi ile açılmış başka yerlere nakledilmişlerdir, bırakınız camilerin "depo" edilmesini, türbeler bile nasibini almıştır manevi yıkımdan, nitekim Anadolu'nun Diyarbekir'deki  ilk İslam Valisi olan "Sahabe-i Kiram'dan Sultan Sa'saa (r.a.) hazretlerinin 1926 yılında Belediye reisi tarafından yıktırılan kabri şimdi meçhuldur,.Kur'an-ı Kerimi açıkça okutan ve öğreten kimseler yoktur, gizli gizli okutanlar bile korku içindedir, nitekim Diyarbekir'de bir hocaefendinin lakabı önceleri "fakir" hocadır, sonraları bu lakabı "telis hoca" olarak değişmiştir, o evinde gizlice Kur'an okuturken ne zaman haber gelse "polis-candarma arama yapıyor" diye hemen okuttuğu çocukları telislerin içine bırakır ve evinin bir köşesine eşya gibi kormuş, böylece adı "telis hoca"ya çıkmış,"Niye Diyarbakır?" İstanbul'un çeşitli yerlerinde "yangın" kuleleri vardır, buradaki görevliler gözetleme yapar ve bir yerde yangın görürlerse itfaiyeyi hemen harekete geçirirler, aynı manada söylersek "Süleyman Efendi" manevi bir kuleden bakarken Diyarbekir'de ve şark illerinde yaşayanların İslama, yani Kur'ana olan iştiyaklarının yüreklerindeki yangını  görmüştür, tez elden gidilsin de söndürülsün istemiştir bu yangın.Niye Diyarbekir? Bu sorunun cevabını bir "beylerbeyi"nin "Özdemiroğlu Osman Paşa"nın "Şenb-i Gazan"da vefat ettiği halde vasiyeti üzerine Diyarbekir'de Bıyıklı Mehmet Paşa Camiinin hemen yanına defnedilmesinde arayalım; şöyle bir rivayet var; Yunus peygamber (s.a.) Antakya halkından gördüğü "eza"ya dayanamıyarak Diyarbekir'e hicret etti, yine rivayete göre burada vefat edip mübarek "na'şını" Bıyıklı Mehmet Paşa Camiinin mihrabının altına defnettiler, ihtimaldir ki "Özdemiroğlu Osman Paşa" bu bakımdan Diyarbekir'e gömülmeyi vasiyet etti, Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bu bilgilere vakıf olduğu düşünülmelidir.Niye Diyarbekir? son zamanlarda bazı "hayır severler" uzaklardan gelerek buralardaki "yoksul" insanların "aç"lığını gidermek için kurban keserler, hanelere "et" dağıtırlar, oysa gerçek olan bir "aç"lık vardır ama, mide açlığı değil, "kalb" açlığıdır, gönül açlığıdır, onu doyurmak için ise "manevi gıda" gerektir, işte bu gıdaya ihtiyaç olduğunu görmüştür Süleyman Hilmi Tunahan "Hüseyin Şahin"i, Diyarbekir'e gönderirken.Niye Diyarbekir,  sorusunun cevabı bu anlattıklarımızın içindedir, gönüller sultanı olan o zat boşuna dememiş "Diyarbekir'e gidemedik onlarda gelmediler ki okutalım" sözünü, böylesi bir hasret yüklemiş yüreğine, Hüseyin Şahin, Eşref Taşkın, İsmail Şanlı bu hasreti gidermekle yükümlü tutmuşlar yüreklerini, çünkü Diyarbekir'e hizmeti "acil vak'a" olarak kabullenmişSüleyman Hilmi Tunahan (k.s.), gönül arzu ediyor ki bu gerçeği şu anda hemen herkes görsün, alınan bütün polisiye ve askeri tedbire rağmen önü alınamayan "terör" yangınına yüce Kitabımız "Kur'an-ı Kerim"ın "söndürücü" eli ulaşsın,"Ashab-ı Soffe"nin günümüzdeki devamı olan mekanlar çoğalsın, beyinlere İslam, gönüllere Allah ve peygamber aşkı aşılansın, böylece set çekilsin terör belasının önüne, akan kanlar dursun, yine ilim diyarı, ulema yatağı olsun Diyarbekir ve bütün bir güneydoğu anadolu yani şark, böylece o mübarek zatın ruhu Diyarbekir yönüyle  de şad olsun!..(*) Bu zat Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun dedesidir.(*) Ben küçemi özledim kitabımdan
YAZARIN DİĞER YAZILARI