?>

“SANAT VE TASARIM” FAKÜLTESİ DEKANI Prof. Dr. İ.YILDIZ’I TEBRİK EDERİZ - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

Mevlüt MERGEN

3 yıl önce

KÜÇE BAŞISayıları binleri aşan Diyarbakır’ın yetiştirdiği kültür ve sanat adamlarından biridir Prof. Dr. İrfan Yıldız, yıllardır yaz demez, kış demez gönül verdiği, sevdalandığı Diyarbakır’ımıza hizmet eder.Henüz kuruldu D.Ü. bünyesinde “sanat ve tasarım” fakültesi, sayın Yıldız’ın bu fakülteye “dekan” olarak atanması isabetli bir karar, daha başka birçok “isabetli” kararda imzası olan Rektör Prof. Dr. Mehmet Karakoç hocamızı ayrıca tebrik eder Diyarbekir’li olmamız hasebiyle teşekkür ediyoruz.İnanıyoruz ki Prof. Dr. İrfan Yıldız hiç ara vermeden sürdürdüğü çalışmalarına bundan böyle daha da hız katacaktır, çünkü “motive” olmak ayrı bir “enerji” kaynağı ve ayrı bir güzelliktir.Prof. Dr. İrfan Yıldız gerçekten sevdiğimiz, saygı duyduğumuz bir bilim adamıdır, çalışmaları yalnız “sur” içine münhasır değil, Diyarbakır sur içi gibi tarihi özellik ve güzellikleri olan bazı ilçelerinde yaptığı “kazı” çalışmalarında da alın teri ve yorgunluğu vardır.Bizi okuyanlar bilirler ki biz bu şehir için bazı zamanlarda “yitik şehir” dedik, bazı zamanlarda “saklı şehir” dedik, görünen güzelliklerinin ötesinde gün yüzüne çıkarılması gereken özellikleri ve güzellikleri vardır derken sesimizi ilgililere duyurmaya çalıştık.“Sesimiz” boşlukta kalmasın diye “feryat” yükledik kitaplarımıza,  nedense bazı turizmciler, tarihçiler ve sanat çevreleri “görünenle” yetindiler, karpuzunu dile getirdiler, kahvaltılarını öne çıkardılar, kadayıfının tadını anlattılar da görünmeyenlere ilgi duymadılar.Oysa ne hazineler vardır bu şehrin altında ve üstünde, mesela İç kaledeki “Artuklu” sarayını Evliya Çelebi ne kadar anlatmışsa o kadarı bilindi.Yine mesela bu şehrin fethini kim anlatmışsa, sahabenin şehre girdiği surların altından girişi sağlayan gizli su yolu “efsanevi” rivayetlere dayanılarak bilindi ve anlatıldı.Misalleri çoğaltmak mümkün, rivayetler ise kanıt isterken tekrar edecek olursak “efsanelerden” yararlanıldı, işte İrfan Yıldız, yaptığı çalışmalarda “kanıtları” gözle görülür, elle tutulur olarak görmüş, göstermiş ve inanıyoruz ki bundan sonra da çalışmalarında daha çok “kanıtlayıcı” başarıya imza atacak tır.Gönül arzu eder ki sayın Mehmet Karakoç hocamız İrfan Yıldız misali üniversitemiz bünyesindeki tarihçileri hareketlendirerek bu şehrin yine “efsanelerle” anlatılan tarihinin bilinir hale gelmesini sağlayacaktır.Mesela Diyarbekir’in bir adının da “Konstantiniyye” olduğu gerçeği kitabelerde ve Süryani kaynaklarında yer alırken bu kaynaklar  bir kez daha ortaya çıkarılıp  araştırmacıların, öğrencilerin, hatta Diyarbakır’lıların yaralanması sağlanabilir..“Rivayet” olarak anlatılır; ”baba oğul Konstantinler” iki yerleşim yerini şehir olarak beğenip kurmuşlardır, bunlardan birisi İstanbul’dur, diğeri Diyarbekir’dir, İstanbul yedi” tepe üzerindedir, Diyarbekir “düz” tabandır, “düz taban olma halk nazarında sanki uğursuz olmak gibi yorumlanır, acaba bu düz tabanlığı sebebiylemidir bu kadar ilgisizlik yaşanmış bu şehirde?Bu iki şehrin birbirine benzer o kadar çok yanı var ki, mesela surları, mesela yer altı sarnıcı, mesela Ayasofya ve Diyarbekir Ulu Camii, her iki mabedin İslam’dan önceki zamanlarda yapıldığıgerçeeği, İstanbul’daki sarnıç restore edildi ve turizmin hizmetine açıldı.Ulu caminin altındaki sarnıcı görenler sütunlarının arasından kamyon geçer  diyor, kamyonun bile geçtiği bu sanıcında gün yüzüne çıkarılmasını ve turizmin hizmetine girmesini istiyoruz..“Defineler”  kazılmadan, araştırılmadan ortaya çıkmaz, Diyarbekir altı ve üstü ile bir “definedir” ki şairin “öyle bir Stanbul ki mülki bahadır/her sengine bir acem mülkü fedadır” şiirine ayrı bir  “nazire” gibidir Diyarekir şehri.Diyarbekir’in “sengine” acemler de gönül verdiler, onu kendi mülklerine katabilmek için çevresini o “sengler!n” koruduğu surlarını aylarca süren muhasaraya rağmen aşamadılar, surlar bu şehri asırlarca koruduğu halde, gün geldi  cahil eller taşlarını söktüler, bırakın korumayı yıkmaya çalıştılar.Bu gün gelinen noktada görüyoruz ki Dicle Üniversitemiz ve onun değerli akademisyeni Prof. Dr. İrfan Yıldız şehrimizi ve surları korumak adına daha önce kazandığı başarılarına başarı katmak üzere görevini sürdürmekte, daha başka “arkeologlar” yetiştirmek için de bilimsel çalışmalar yapmaktadır.Tebrikler İrfan Yıldız, teşekkürler Mehmet Karakoç, gönlümüz öyle arzu ederdi ki sağlığımız el verseydi de makamlarına kadar gidip bu iki güzde bilim adamını tebrik etse idik..Berhudar olasınız, ömrünüze bereket sevgili okurlarım..ŞİİRKALMADIAyaklarım yorgun argın,Yürüyecek hal kalmadı.Bütün zevkler bana dargın,Tat verecek bal kalmadı. Güller soldu kaldı diken,Sevda yükü belim büken,Ben bu yükü nasıl çekem,Tutunacak dal kalmadı. Asıklaştı gülen yüzler,Denmez oldu tatlı sözler,Şöyle diyor bütün izler:Gidilecek yol kalmadı. Yaya kaldım bu sahrada,Ne dost kaldı ne akraba,İnandım ki şu dünyada,El tutacak el kalmadı. Yar dedikçe yaram azdıYüreğinde mezar kazdı,Şair böyle ağlamazdı,Aktı gitti sel kalmadı. Buluşurum yıldızlarla,Benim gibi yalnızlarla,Yüzü gülmez bahtsızlarla,Konuşacak dil kalmadı. Pek yücedir gönül dağım,Yaratandır dert ortağım,Ne ölüyüm, ne de sağım,Halden anlar kul kalmadı!..MEVLÜT MERGEN AMİDİDiyarbekir, 07.09.2007
YAZARIN DİĞER YAZILARI