Günümüz dünyasında, hayatın hızı her geçen gün artarken hepimiz her şeye yetişme çabasında kayboluyoruz. İşlerimizi yetiştirmek, arkadaşlarımızla ilişkilerimizi sürdürmek, sosyal medyada aktif kalmak… Ama bu maratonda kendi içimize dönüp bakmak, çoğu zaman aklımıza bile gelmiyor. Ve işte böylece "tükenmişlik sendromu" kapımızda beliriveriyor.
Tükenmişlik, ruhun "Artık yeter" deme şekli. Sürekli olarak daha fazlasını yapmaya çalışırken, beden ve zihin kendini savunmaya alıyor ve enerjimiz tükeniyor. Bir bakmışsınız bir gün kendimizi bir kafede otururken bulmuşuz, ne işe geri dönecek gücümüz ne de başkasına anlatacak bir motivasyonumuz var. Peki, ne yapıyoruz bu durumda?
Tükenmişliği engellemek ya da aşmak için yapılacak ilk şey, "kendimize vakit ayırma" klişesinin aslında bir zorunluluk olduğunu anlamak. Kendimize düzenli olarak küçük molalar vermek, hayatın temposunu bazen yavaşlatmak zorundayız. Kendimizi “başarı” ve “verimlilik” ile tanımladığımız sürece tükenmişliğin kapısını aralamış oluyoruz. Halbuki, başarının sadece kariyerden değil; ruhsal doyumdan, arkadaşlarla geçirilen zamanlardan ve kendimize olan sağlıklı bir saygıdan geçtiğini hatırlamak gerek.
Kendinize bir iyilik yapın: Bazen hiçbir şey yapmamak bile hayatınıza huzur getirebilir. Tükenmişliği yenmenin ilk adımı, durmak ve içsel sesimizi dinlemektir. Çünkü bazen sadece "olmak" da yeterlidir.