ULU CAMİYE GİDERKEN!.. - (Mevlüt Mergen'in Yazısı)

GÖNLÜMCE KOCA MABET Bu şehrin tarihini, Ulu Camiye sorun, Cevabı almak için avlusunda oturun

GÖNLÜMCE

KOCA MABET

Bu şehrin tarihini, Ulu Camiye sorun,

Cevabı almak için avlusunda oturun.

Boş gözlerle bakmayın, pür dikkat kesiliniz,

“Ne muazzam eserdir” böyle desin diliniz!..

MM

GÖZLÜYORUM

Bazı zamanlar şöyle düşündüğüm olur da, sonradan vazgeçerim bu düşüncemden: “keşke, bu şehir hiç büyümese idi de biz hep sur içinde kalsaydık” düşüncesidir sonradan vazgeçtiğim isteğim, çünkü eşyanın tabiatına aykırıdır büyümeyi istememek, bizler nasıl ki yaşlanarak büyüdü isek şehirler de öyledir, bizler nasıl aynı kiloda ve aynı görünüşte kalmadı isek, şehirlerde öyledir, aynı nüfus sayısında kalmıyor, aynı görüntüyü koruyamıyor.

Aslında söze hemen Ulu cami diyerek başlamalı idim, sözün akışı insan ve şehir ilişkisine kaydı, benzerlikleri hatırlandı, bir benzerlik de şöyledir insan ve şehir hakkında, insan gıda rejimini düzenleyemez, kilo alıp “obez” leşirken şehirlerde aynen onun gibi büyür ve obezleşir, denebilir ki Diyarbakır bugün bir “obez” şehirdir.

Bu durumunu trafiğinde, caddelerinde, yapılanmalarında rahatlıkla görebilirsiniz, dedikten sonra konuya dönebiliriz, sur içi, yani Diyarbekir son yıllarda çok “değişiklikler” gördü, deyim yerinde ise bir yapılanma geçiriyor, yine deyim yerinde ise bu yapılanmalarla  birlikte “kılık” değiştiriyor.

Geçmişte beş vakitte uğrak yerimiz olan Ulu Camide nicedir bir vakit namazı kılamamıştım, hem öğle namazını kılmak, hem de sözünü ettiğim operasyonun hangi aşamada olduğunu öğrenmek saikasıyla dört yoldan bu tarihi mabede doğru yürürken ya ben birilerine çarptım, ya da birileri bana çarptı, bol bol “pardon” sözcüğü kullanıldı bu arada.

Gönlümden şöyle bir istek geçti, bir zamanların “kutsal” bir mekanı olan ve İslam’ın Anadolu’daki ilk “sahabe” Valisi “Sultan Sa’saa (r.a.)” hazretlerinin de türbesinin bulunduğu mekanın önünde durup bu zatın ruhuna bir “Fatiha” okumak isteği, ama beceremedim çünkü bir çok uğraşlar verildikten sonra “ben yaptım oldu” zihniyetiyle yapılmış olan ve o zatın adını taşıyan sözüm ona mescidin ön kısmı seyyar satıcılarla tamamen kapanmıştı, böylece hem kaldırım daraltılmış, hem de o mescit görünmez olmuştu.

Ulu caminin önündeki meydanlık ise sanki bir değişiklik yapılmamış gibi geldi  bana, sadece zemine döşenen malzeme ile  görüntüsü değiştirilmiş, koca mabet gömüldüğü çukurdan kurtarılmamış, orada dinlenmek isteyenler için daha çok oturma imkanı sağlanmış hepsi bu kadar,  “sipahi” çarşısının girişinde bu ulu mabede sanırım ayrı bir giriş yolu açılmış,  ama pet şişeler ve çöplerle doldurulmuş bu yerin kapısının üzerindeki koca asma kilit sanki “girilemez” diyordu.

Bayanlar için büyük ihtiyaç duyulan “WC” mabedin dışında yapılmış ama girişi içerdeki hücrelerden birinden verilmiş, güzele güzel dememek güzele hakaret olur, güzel düşünülmüş ve gereği yapılmış bu düşüncenin, bir zamanlar gittiğim Ankara, İstanbul, Antalya, Konya gibi büyük şehirlerde çok görmüşlüğüm var “WC” lerin: girişlerindeki şu sözleri: “Temizliği belediyemiz tarafından yapılmaktadır ÜCRETSİZDİR

Caminin avlusundaki tarihi güneş saati çok ilgi çekiyor, nedense  kimse bilmiyor bu saatin “Artuklular” döneminde ünlü İslam alimi “El Ceziri” tarafından yapıldığını, demek ki bilinsin istenmemiş gibi garip bir his doğuyor insanın içinde, namaz kılmak için “Hanefiler” bölümüne girdiğimde, daha ziyade hastanelere girerken  dilimden düşürmediğim şu sözü söyledim: “Allah devlete ve millete zeval vermesin”  akabinde geçmiş yıllardaki “Cami-i Kebir” geldi gözlerimin önüne..

Kış günlerinde üç tane kocaman soba kurulurdu, bu sobalar bildiğimiz sobalardan değildi, petrol bidonlarından dönüştürülmüş sobalar idi, abdest alanlar onların etrafında toplanır, kimi ısınır, kimi “yün” çorabını kurutmaya çalışırdı.

O sobaların yakıtını ise caminin gönüllü “mütevelli” heyeti temin ederdi, sözün burasında “Yeşilbaşların Hacı ağa’sını rahmetle yad etmek gerekiyor” çünkü o zat, bir zamanlar “depo” olarak kullanılan bu mabedin zeminini halktan para toplayarak “tefriş” etmişti.

Kış günleri henüz bitmemiş olmasına rağmen tıpkı yaz günlerine benzer şekilde terlemiştim bugünkü Ulu Caminin içindeki ısıtıcıların yaydığı sıcaklıkla,

öğle ezanını okuyan müezzin efendi namaz için “kamet” de getirmişti, içimden “hey gidi günler hey” dedim, dört tane müezzini vardı bu caminin ve dördü de bu vakitte müezzinler mahfelinde bulunur, seslerini kimi ihlas okuyarak, kimi kamet getirerek kimi de tesbihatı yaparak belli makamlara bağlı kalmak üzere duyururlardı da günümüzde Diyanet bu uygulamaya “enderuni” diyor.

Namaz çıkışı caminin avlusunda toplanırdı insanlar, çünkü o günlerin müftü efendisi başta olmak cami görevlileriyle “musafaha” yapmak, hatır sormak isterlerdi..

Ulu Caminin içindeki “ana mihrap” beş vakitte kullanılırken yine içerdeki “imam-ı sani” mihrabını hayli hüzünlü gördüm, çünkü kullanılmıyor, acaba bu  ikinci mihrabı düşünenler mi yanlış yapmış, yoksa bugünkü zihniyet mi bir yanlışın içinde?

Ömrümden bir gece değil, bir gün bile değil “bir namaz vakti” çalmaya bugünlerin “çarşıyi şevitisi”   dünkü Sipahi pazarı, ya da “meydanı” da “kılık” değiştirmeye başlamıştı, yine “Allah devlete ve millete zeval vermesin” duası döküldü dilimden, şu soruyu da kendi kendime soramadan edemedim:

Bu “pandemi günleri ne zaman bitecek de biz Ulu Cami yine eski günlere döneceğiz, o günlerde “sosyal mesafe” sadece: “safları sık ve düzgün tutunuz” uyarısı vardı..

Ulu Cami ve dünyadaki diğer bütün mabetlerde gün yirmi dört saat boyunca sevgili peygamberimiz (s.a.v)’e selat-ü selam okunur, biz de kırık dökük mısralarımızla O’na, Alemlere rahmet olarak gönderilen şanı yüce  peygambere “selam olsun” dedik, sizlerle paylaşmak için de sunuyoruz:

PEYGAMBERE SELAM OLSUN

Gerçek mürşit, gerçek önder,

Peygambere selam olsun.

Kainata o tek rehber,

Peygambere selam olsun.

 

Mücrimlerin af otağı,

Mazlumların sığınağı,

Elinde İslam sancağı,

Peygambere selam olsun.

 

Hasan ile Hüseyin’in,

Dedesidir şehitlerin,

Can-ü gönülden söyleyin,

Peygambere selam olsun.

 

Hiradağı arkadaşı,

Uhud’dur onun sırdaşı,

Akıtrarak gözden yaşı,

Peygambere selam olsun.

 

Ebubekir, Ömer, Osman, (r.a.)

Ali (ks.) dahi dostlarından,

Dilde olsun her bir zaman,

Peygambere selam olsun.

 

Alemlere rahmet olan,

Hak katında kıymet bulan,

Ashabıyla hem dert olan,

Peygambere selam olsun.

 

Allah O’na kulum dedi,

İslam benim yolum dedi,

Kulluğun makbulum  dedi,

Peygambere selam olsun.

 

Şak’kül kamer mucizesi,

Sade nurdur şeceresi,

Medine’de makberesi,

Peygambere selam olsun.

 

Reisidir enbiyanın,

Silsile-i evliyanın,

Nur-u çeşmi esfiyanın,

Peygambere selam olsun.

 

Alemlerin sultanına,

Canım kurban canına,

Varmak isterim yanına,

Peygambere selam olsun.

 

Selam olsun peygambere,

Nur verir şems-ü kamere,

O’dur rahmet alemlere,

Peygambere selam olsun.

 

Peygamberdir ins-ü cin’e,

Kalbinde yer yoktur kin’e,

Sığınarak keremine,

Peygambere selam olsun.

 

Hem Muhammed, hem Mustafa, (s.a.v.)

O’nu seven sürer sefa,

Nida edip her tarafa,

Peygambere selam olsun!..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

22.02.1987 Diyarbekir

Selam ve dua ile.