TUZSUZ YEMEKLER VE AHDE VEFA

Her şehrin kendisine göre bir mutfak adedi vardır, her ilin mutfak geleneğinde vaz geçilmez yemekleri olduğu gibi

Her şehrin kendisine göre bir mutfak adedi vardır, her ilin mutfak geleneğinde vaz geçilmez yemekleri olduğu gibi. Bir şehirde biber çok yetiştiriliyorsa, yemeklerde acılık kaçınılmazdır. Çocuklar, küçük yaşta acılı yemekler yediği için, acının lezzeti yemeğe sirayet etmedikçe tat almazlar, önlerine bırakılandan.

Kimi şehirlerde yemeklerin başlıca özelliği baharatlı oluşudur, baharat olmadan yemeklerin tadının olmadığı ifade edilir. “Baharat” denildiğinde akla, naneden, karanfile, pul biberden karabibere, zerdeçalden, safrana, bir baharatçıda bulunan ne varsa gelendir. Bazen tarçın bazen kimyon, yenibahar, zencefil, …

Baharat listesini uzun uzadıya sıralamak mümkündür.  Yazımızın konusu mutfak olmadığı için, baharata dair akla ilk gelenleri ifade etmek istedik, açıkçası. Bir şehri ele almakla baharatsız bir yemeği karşılaştırmak ne denli bir karşılaştırma mümkündür?

Baharat sever ya da sevmezsiniz. Bu sizin tercihinize kalmış durumdur. Eminim, kimi insan yediği yemeğin tadını, baharata endekslemez. Bir et haşlamasına baharat eklenemese de olur, tereyağıyla buluşan bulgura baharat eklense ne olur eklenmese ne olur?

Kimi tatlılara, hamur işlerine, emek isteyen yemeklere baharat düşünmemek doğru değildir, açıkçası. Yaptığınız reçelin içine birkaç karanfil attığınızda, karanfili seviyorsanız vaz geçilmeniz olur, reçel.

Bayram ağzı yapılan çöreklerde baharat olmazsa, çörek otu bulunmazsa, çöreğin bir manası olur mu?

Yemeklerle baharatı bir kenara bırakırsak, şu soruyu soralım: Yemekler tuzsuz yenir mi?

Yemeklerin tuzsuz olmayacağını bilmemek, mümkün müdür? Belki doktorların reçetesiyle bu mümkündür. Kimi hastaların az oranda tuz kullanması zorunludur, günümüzdeki tıbbî termonolojide.

Şehirler konusunda ahde vefanın tuzla ilişkisini ele aldığımızda görünen tablo, şehirlerde yaşamın artık tadının ve tuzunun olmadığını göstermesi açısından oldukça karamsar olduğumuzu göstermektedir.

Şehirlerin şehir olmaktan çıktığını görmemek mümkün müdür? Hangimiz yaşadığımız şehrin bir kördüğüme dönüştüğünün farkında değiliz? Şehri şehir kılan özelliklerin zaman içinde ortadan kalktığına tanıklık etmeyenimiz var mıdır?

Şehre sadakatin gün geçtikçe azaldığı, şehrine bağlılık gösterenlerin parmakla gösterildiği, yaşanan hayatın memnuniyetsizlik ifade ettiğini kabullenmeyen kim vardır?

Şehirde hayatın gittikçe insanı yalnızlığa iten yapısında birçok ekonomik sıkıntının varlığı, gençlerin şehirlerde uğraş alanlarındaki isabetsizlik, geçmişle bağlarının kopukluğu, kendilerine ihtiyaç olarak gösterilen yaşam standartlarına uygunluğa adapte olmak için bilinçaltlarına yerleştirilen çok zengin olma ön algısının sürekli canlı tutulması, üretkenlikten çok tüketime yöneltilmeleri, millî benliklerinden uzaklaşmaları,… Tüm bu sıralamada şehirle insan arasındaki bağların gittikçe zayıflama sebepleri irdelenmelidir.

Şehirde kalınan evlerin şehrin geçmişle olan bağlarının kopukluğu, insanın kaldığı evi saraya çevirme endişesi, teknolojik alanda tatminsizlik, okumaktan vazgeçişin yerini daha çok zengin olma hırsı, mutluluğu tüketimde buluşu, …

Evinde bir araya yemekte bile gelmeyen aile bireylerinin kendi yaşamlarından mutlu olmama halinin yansıdığı manzarada mutlu aile görüntülerinin televizyon reklâmlarında kalması, sürekli ev eşyalarının değişimiyle yaşanan kaos, her yıl tatil yapma telaşı, en lüks araca sahip olma isteği, bulunulan evden memnuniyetsizlikle varlıklı olmanın işareti sayılan semtlerde pahalı evler satın alma arzusu, giyime ve kuşama gereğinden fazla harcama yapma, başkalarına güzel görünme hissi, …

Dayatılan yaşantının başkalarını taklit ve zamanla insanı kendi benliğinden uzaklaştırma şekli, evinden, işinden memnun olmama hali, aylık kazancın ihtiyaç sanılanlara karşılık gelmemesi durumunda bankalara ipotekli yaşama durumu, tüm ihtiyaçların olmayan parayla kredi kartıyla karşılanması, …

Sahi belirttiğimiz bu tarz hayatın tadı ve tuzu kalmış mıdır?

Özellikle gençleri bekleyen tuzaklarla örülü şehir hayatında gençlerin yaşayışı, mutluluğu evde aile bireyleriyle yaşamda bulmayışı, uyuşturucu ve alkol batağına saplanmayla beraber, sürekli artan para ihtiyacının karşılanması için gayrî resmî yollara yöneliş, …

Yalana zemin hazırlayan davranışlar içinde hırsızlık, aldatma, gasp olmak üzere kendilerine istedikleri yaşantıyı sağlama için girişilen hareketlerin kendilerini batağa yöneltmesi, ahlâkî yapının içten içe çöküşü, manevîyatın sarsılması, …

Tüm bu hengâme içinde yarına güvenle bakma şehir içinde mümkün müdür?

Şehirlerin tadının tuzunun kalmadığını bilmeyenimiz yok, aslında. Önceki makalelerimizde ve gerekse yazdığımız kitaplarda şehir hakkındaki tespitlerimizde buna oldukça yer verdik.

Kitabın okunmadığı, öğüdün- tavsiyenin değerinin bilinmediği, sosyal değerlerin erozyona uğratıldığı, toplumun temellerinin oynatılmak istendiği ortamda ilim ile irfanın değersizleştirilmek istendiğini ifade edelim mi?

Şehirde yaşamın tadı ve tuzu kalmamışsa, ne gibi çözümler gerekir?

Şehirde yaşasa da insan köyde yaşamakta olsa da tadın kaçtığı ve tuzun ölçülü olmadığı herkesin bilgisi dâhilinde olan bir durumdur.

Biz, “Şehir Araştırmaları Merkezi” derken akla gelen mimarî midir, musıkî midir, sadece?

Hanlarla hamamlarla köprüler ile uğraş mıdır, Şehir Araştırmaları Merkezi?

Sadece tarihten haber vermek midir, Şehir Araştırmaları Merkezi’nin görevi?

Şehirleri şehir yapan hususiyetleri bilmedikçe, insanın “Eşref-î Mahlûkat” sıfatına tekrar sahip çıkması beklenmedikçe, şehirler kan kaybına uğramaya devam edecektir, içinde yaşayan insanlar huzurun ve mutluluğun adresi olarak şehirleri görmeyecektir, ilçeden köye uzanan doğrultuda.

Yemekler tuzsuz ve baharatsız olduğunda işi yemek yapana dair hastalığımız nükseder ki eldeki malzemenin eksikliğini sorgulamayız, mutfakta çalışanları suçlarız.

Kumaş kötü olunca terziyi suçlamanın manası yoktur, aslında. Suçun kumaşı kalitesiz malzemeden yapanda olduğunu saklayarak terziyi- dünyanın en iyi terzisi olsa bile- suçlama hastalık haline gelmiştir.

Şehirlere baktığımızda yardımlaşmanın, insanlığın, ahde vefanın, merhametin gittikçe azaldığını görmekteyiz. Çok katlı yapılaşmanın övüldüğü, apartmanların gökdelenlere dönüştüğü ortamda birbirinden habersiz komşuların olduğunu örtbas etmeye gerek var mıdır?

Artık evlerde aşlar pişmiyor, hazır yemeklere yönelenler vardır, dünyamızda. İnsanın kendisine zaman ayırmadığı ve saygı göstermediği ortamda, yoğurdu ayran yapma yeteneğini kaybetmiş insanın kendisini savunacak bir yönü kalmamıştır. Sütü kapalı kutularda pastörize alanların, sadeyağdan şikâyet etme hakkı bulunmaz, maalesef. Hele peynirden itirazları söz konusu değildir.

Siz, bir dere kenarında kuş şakımalarının eksik olmadığı ağaçların altında, yemyeşilliklerin göz alabildiğince uzandığı köy ortamında temiz havayı solurken, buğday ekmeğinin üstüne katık yaptığınız kaymağın, yağın tadını tarif edebilir misiniz?

Şehirden kopmak istiyor, artık insanlar.

Şehirde kalanların gittikçe ruh dünyaları değer kaybediyor.

Şehir, insanı ruhundan kemiriyor, açıkçası.

Çok katlı yapılar, kaybolduğunun farkına varmadığımız değerler…

Sahi tadını ve tuzunu neden kaybettik, şehir hayatının?

İlçeler de köyler de bu kıskacın içindedir, bu gün.

Biz, nerede hata yaptık?

Sorular gittikçe uzarken, cevapsız kalırken yazıyı noktalamak istiyoruz:” Hayatımızdan dünkü şehri çıkarırken moderniteden niçin şikâyetçiyiz?”

Bakın yine yazıya bir soru ile son noktayı koyduk!..

Şehrinize ne kadar vefanız kaldı?