ŞEHİR ARAŞTIRMALARI MERKEZİ KENT-ŞEHİR FARKI

Şehir araştırmalarımızda vardığımız sonuçlardan biri, halen kent ile şehir arasındaki farkın bilinmediği noktasıdır

Şehir araştırmalarımızda vardığımız sonuçlardan biri, halen kent ile şehir arasındaki farkın bilinmediği noktasıdır.

Kentin Farsça’da kasaba, ŞehirinArapça’da il olduğunu, eyalete karşılık da düşünülebileceğini bilmeyen kimi insanımız, yazdıkları eserlerde, sundukları bildirilerde kent ile şehir arasında tercihini, kentte yapmaktadır.

“Şehrimizi temiz tutalım.” Yerine adeta kent’in Avrupa diline ait olduğunu country kelimesine bağlayarak, “Kentimizi temiz tutalım.” İfadesinde diretmeleri, akla hasar durum değil de nedir? “Country”, Farsça’dan diğer dillere geçmiş kelimedir, “Mother” gibi, “Brother gibi, “Daughter” misali, “Uncle” olmak üzere diğer birçok kelime gibi.

Kent, kasaba iken, bucak konumuna karşılık gelirken, şehri kullanmayan kimileri, bunu kendilerince övünç meselesi yapar, adeta. Dilde farklılaşmanın ve dolayısıyla coğrafyadan kopmanın işaretlerine sımsıkı iman etmiş olanların, kendi kültürlerine yabancı kalmış olmalarının, tarihinden ve inancından ayrı düşmenin sonrasındaki manzarada her şeyi kendilerine dikte ettirenlerde bularak mutluluğu tatmaları kendilerini huzurlu kılar gibidir.

Günümüzde verimli, dümdüz topraklara kentler inşâ eden anlayış, verimli alanları betona çevirirken, adeta ebediyete kadar körelttiği toprağın bedduasını almaz mı?

Yeşil alan adına bahçecikler yapıp, insanın yeşille irtibatını kesmemekle övünenler, yetmiş-seksen metrekareye sığdırdıkları yaşam alanlarında bahçe manzaralı dairelerin fiyatını, deniz manzaralı evler gibi pazarladığına tanıklık etmiyor mu, bizim gibi duyarlılığı olanlar?

Şehir hayatını tüketime endeksleyenlerin ilçeden ve köyden şehre yoğun göçü teşvik etmeleri, tarımı ve hayvancılığı öldürmektir. Şehre gelen insanın topraktan ayrı düşmesi, geçmişine özlemi, doğduğu ve doyduğu topraklara hasreti şehirde asgarî ücretle yaşama direngenliği zamanla çökerken, alt yapısı yoğun göçü kaldırmayan şehirde sağlık, eğitim olmak üzere birçok alandaki olumsuzluklar, cezaevlerinin hırsızlık, gasp, adam yaralama ve öldürme olmak üzere dolmasına verecekleri ne cevap olabilir? Dağılan, yıkılan, uyum sorunu yaşayan insanların yitip gitmelerinin bünye üzerinde oluşturduğu psikolojik çöküntüler, sosyal plânda oluşan olumsuzluklar nasıl düzeltilebilir?

Geniş bahçelere, yemyeşil alanlara hasret bırakılanların beş metrelik yeşil alana sahip kılınmaları ne anlam taşır? İzbe, güneş görmeyen, sağlıksız gecekondularda susuz, elektriksiz bir yaşantının şehirle ne alakası kurulabilir? Bu yaşam alanlarında meydana gelen nüfus patlaması, şehrin dengelerini alt üst etmez mi, etmemekte midir?

Kentleri şehirleştirenler, sadece devasa beton binalar dikerken, insanları odun istifi misali apartmanlara doldururken kuş sesinden, suyun şırıltısından, toprağın neşvesinden, yağmurun kokusundan mahrum etmeye ne isim verebilir?

Sebzenin iyisini, meyvenin güzelini, yumurtanın tazesini, yoğurdun yenisini, peynirin yağlısını artık köreltilmiş köylerden alamayan şehirli, organik gıdalarla beslenme yerine nelerle beslenir? Etin tabiî olanı yerine fennî yemle hormonlarla kısa sürede yetiştirilen kanatlı hayvanlarla çiftlikte beslenen küçük ve büyükbaş hayvanlara edilen eziyeti, bilim ve insanlık açısından kim savunabilir?

Sütün tadını, yoğurdun lezzetini kaybettiği ortamda etin nefasetini yitirdiği, yumurtanın hastalıklı odluğu, tavuk etinin plastikleştiği, ayranın bile hazır alındığı, yürümenin yerini asansörlerin, arabaların aldığı, işle ev arasında robotlaşan insanın sağlıktan sıhhatten düştüğü, sentetik ilaçlara mahkûm kılındığı şehir hayatında köylünün, kasabalının rahat edeceği nerede görülmüştür?

Şehirlinin yılın iki-üç haftalığına ormanın ve denizin ve oksijenin bol olduğu köy alanlarında dinlenmeye koyulduğu hayat serencamında köylünün ve ilçelinin mahkûm kılındığı şehir hayatında geleceği kaybettirilen, karın tokluğuna çalışan insanların şehirli olabilmeleri mümkün müdür?

Köylünün kendi mekânında saltanat sürdüğü, şehirde süründüğü hepimizin bilgisi dâhilindedir. Eğitimin yaygınlaştırılması, sağlık hizmetlerinin artırılması, üretim olanaklarının sunulması, üretilenlerin değeri üzerinden satılması ve diğer olumsuzlukların ortadan kaldırılması şehre göçü azaltırsa, şehir hayatındaki dengeler korunabildiği gibi, kent ve köy hayatında iyileştirmeler sağlanabilir.

Şehir içinde korunaklı, etrafı duvarlı kentler inşâ eden anlayış, köyden geleni kapıcı, hizmetçi olarak görürken, kendisini efendi ilan etmiyor mu? Taşı-toprağı altın denilen şehre gelenin memnuniyetsizliğinden geriye dönüş olmazken, şehir içinde yaşadığını iddia etmesi mümkün mü?

Şehrin varoşlarında kent-köy arasında sıkışmış, ne deve ne kuş olmuş köylü, geleceğe kararlı bakabiliyor mu? Dimyata pirince giderken evindeki bulgurdan olan köylünün şehri kabullenmesi, şehrin onu bağrına basması mümkün değildir, hiçbir zaman.

Kenti büyülü hale getiren, hayallerini süsleten göç edenler, vardıkları yerde her şeyini satmış, toprağından olmuş şekilde dönüşe imkân tanımayan psikolojik yapı içinde değirmen taşına düşmüş buğday danesi misali un ufak olurken, kimliğinde şehirli özünde memleket hasreti taşır oldu.

Şehir, tarım ve hayvancılıkla geçinen insanımız için tüketim yeridir, üretim değil. Ancak sanayi alanında gelişmiş şehirlerde tutunur, bir evden üç-dört kişinin asgarî ücretle çalışması şeklinde.

Fabrikaların olmadığı şehirde işporta tezgâhı açma, pazarlarda satışta bulunma, kapıcılık-gündelik işler yapma, köylü için başka seçeneği olmayan durumdur. Biz, vasıfsız insan haline gelenden bir şey bekleyemeyiz.

Şehirde ihtiyaçların çeşitliliği, şehre uyum sağlayamama, kişinin kendisini boşlukta hissetmesinin getirdiği depresyonla bunalımla şehrin zindana dönüştüğünü biliyoruz.

İş alanlarının azlığı, işin çokluğu iş gücünü ucuzlatırken iş bulamayanların bulaştığı gayr-i resmî işler-işlemler, olsa olsa suç oranını artırır, toplumda huzursuzluğu artırır, güvensizliğin tavan yapmasına zemin hazırlar, suç çetelerinin sayısında artışı sağlar.

Günümüzde şehir-kent ve köy arasında farklı bir yaşam tarzı sunmama, içinde bulunduğumuz huzursuzluğun başlıca sebebidir. Köyde şehir rahatlığını yaşamaya alışanların şehir tüketim anlayışıyla hareket etmesi, üretimin maliyetini artırır. Şehirlinin kazancının değişmediği, kentten ve köyden gelenin asgarî ücretle çalıştığı, ayakta durmakta zorlandığı ortamda şehirli hayatı sürdürmenin bilançosunda görülen tablo, bir türlü ivme kazanamaz.

Şehir Araştırmaları Merkezi kapsamında işimiz sadece tarihî eserler değil,  edebî eserler olamaz, mimarî üslupla sınırlı görülmemeli, işin ekonomisi, sanayisi, yatırımları, sosyolojik tespitler de söz konusudur.

Biz kent-şehir arasındaki ilişkiyi sorgularken arada sıkışıp ezilen, horlanan, zorlukla yaşayan alt gelir gruplarının istenen hayat şartlarına kavuşması gerektiğini belirtirken, üretim alanlarından koparılan insanların tüketime memur kılınmasının insan ruhunu incittiğini belirtmek isteriz.

Kentte ve şehirde kalan köylünün şehirli gibi yaşaması, köylü gibi düşünmesi, acılara davetiye çıkartırken, on nüfuslu bir apartman kapıcısının sıkıntılarını kim dile getirebilir, iki gözlü bir dairede?

Okula giden çocukların durumu, evlenme çağına gelmiş çocukların sıkıntısı, annenin mutfakta karşılaştığı zorluklar, şehirli gibi giyinme, beslenme, gezme hayallerinin rüyalarda vazgeçilmezliği…

Ben yaşadığım şehirde ne kent hayatını gördüm ne tümüyle kendimi köylü hissettim. Çünkü şehirli değiliz, artık. “Şehirli olmayı” başkalarını tepeden gören olarak ele alan olabilir, kendisini elit veya beyaz hisseden mümkündür, bu ifadeyle. Biz, şehri, kentle köyle birlikteliğin sembolü görürüz. Bu uzun meseledir, aslında; birkaç yazıyla çözümlenmesi güç olan.