ÇOCUK OLMAKTAN YORULMAK!..

GÖNLÜMCE Ç O C U K İzdivaç ağacının çok tatlı meyvesidir, O meyveye doymayan, nineyle dedesidir

GÖNLÜMCE

Ç O C U K

İzdivaç ağacının çok tatlı meyvesidir,

O meyveye doymayan, nineyle dedesidir.

Anne ile babaya Allah’ın emaneti,

Ona hainlik eden beklesin felaketi!..

MM

SÖZ GELİŞİ

Antalya’da dört ay gibi bir zaman kaldım, bu zaman içinde en çok gördüklerimdir torunlarımdan Fatih ve onun küçük kız kardeşi İstanbul, bazıları İstanbul ismini ilk kez duydukları için “hayret” ederler ama gerçektir, herkes İstanbul dese de ben ona  “Şevval” derim, çünkü o Şevval ayında dünyaya geldi, benim bilgi ve zeka yönünden harika olan torunlarımdan biri olan İstanbul’un  isim hikayesine gelince:

Fatih abisinin adı, Sultan anne adı, baba da Mehmet, bu üçünün sıralaması “Fatih Sultan Mehmet”  yan yana geldiğinde akla gelendir “İstanbul” bu kadar izahat sanırım yeterli olduğu için esas konuya geçmek istiyorum.

İstanbul sekiz yaşında ve birinci sınıf ilkokul talebesi, “pandemi” günlerinde okula gidemeyen bütün öğrenciler gibi o da evinde tablet kullanarak ders yapıyor, çoğu günler benim de dinlediğim olmuştur bu dersleri, İstanbul ilgi ile dinlediği bu dersler bittiğinde de o yine dersine devam ediyor, okuyor, yazıyor, matematik öğreniyor, öğrendiklerini sanki ezberliyor.

Ne zaman öğretmenin “mola” sözünü duysa kendisini bekleyen “kahvaltı” sofrasına geçiyor ve on dakika içinde ne yiyebilirse onu yiyor ve yine ders başı yapıyor, denecektir ki onun durumunda olan bütün öğrenciler böyle yapıyor, doğrudur derim, ancak onun ilgi alanı yalnız okul dersleri değil ki…

Müziğe ilgisi vardır, piyanosunun başına geçer müzisyendir, resim çizer ressamdır, çok renkli kalemleri ve boyaları tuval masasının yanındadır, geleceğim günlerde bana: “Dede ben de şiir yazacağım” dedi, şiire merak sardığı için kendisine: “aferin torunuma dedim,  seninle ve bütün torunlarımla Mergen adı yaşayacak”

Bu kadar ilgi alanı olan ve derslerinden başını kaldırmayan İstanbul bir gün şunu söyledi: “Çocuk olmaktan yoruldum” oysa biz yetişkinler çalışmaktan yoruluruz, yürümekten yoruluruz, bazen konuşmaktan da yoruluruz, bazen sevmekten de yorulur, onları an itibariyle haşlayabiliriz.

“Yorulmaktan” listesine güzel İstanbul torunum “çocuk olmaktan”  yorulmayı da eklemiş oldu, bu söz üzerinde eğitimcilerin çok iyi düşünmesi gerekir, sakın uygulanan eğitim sistemi olmasın “çocukluktan” yoran, şunu söyleyebiliriz, okulları ve sınıfları dolduran milyonlarca çocuğumuzun her biri bir cevher..

İstanbul şöyle bir çağrışım yaptı zihnimde; çocuklar daha ilk günden keşfedilmeli, büyüdüğünde izleyeceği hayat haritası çizilmelidir ki toplum gerçek sanatkara kavuşmuş olsun, büyüdüklerinde ceplerinde “Üniversite diploması” taşısalar da işsiz kalmasın, onlar iş peşinde koşmasın da iş onların peşinde koşsun.

Hani nasıl derler: “mutfağından yetişmek” diye, maalesef bizde “tercih” üniversiteye gidildiğinde akla geliyor, çoğu kişi de tercihinde başarılı olamıyor, iş bulamıyor, öylece kala kalıyor, çünkü izlemese için bir yol haritası çizilmemiş onlar için, günümüzde üniversite mezunları “ne iş olsa yaparım” demek durumuna gelmemişler midir?..

Torunum İstanbul acaba ressam mı olacak, müzisyen mi, şair mi,  eğitim sistemi ona “ yol haritası”  çizmeli değil midir, yoksa onların geleceğini düşünürken onlara sormalı değil midir?

Madem ki çocuklar bizim geleceğimizdir o zaman onların geleceği için de ilk okul birinci sınıftan “tercihi” ne ise ona imkan sağlanmalıdır, en azından biz böyle düşünüyoruz…

Torunlar öncelikle  ninelerinin, dedelerinin“yüreklerinde” yaşarlar, daha sonra evlerinde, okullarında tüketirler hayatlarının en değerli zamanlarını..

Zaman ilerledikçe İstanbul unutacak çocukluktan yorulduğu günleri, ona, diğer  torunlarıma ve bütün herkese şunu söylemek isterim,  bütün yorgunluklar dinlenince geçicidir, ancak “sevmekten” yorulmayınız, tıpkı bizim sizleri sevmekten yorulmadığımız gibi..

Antalya’dan böylesi anılarla döndüm, İstanbul’un anlatımı bitmedi, tıpkı mega kent İstarbul’un anlatımının bitmeyişi gibi.

Selam ve dua ile.