"Celaleddin Harezmşah'ın Mezarının Silvan'da Olması Özbekistan İle Kürtler Arasında Dostluğa Vesile Olacaktır"

19 Mayıs 2022 tarihinde Özbekistan'a giden ve 'Celaleddin Harezmşah Cesaret Madalyası' verilen Dr. Arafat Yaz, muhabirimiz Seyfettin Eken'e bu madalyanın hikâyesi ve Celaleddin Harezmşah'ın Kürtlerle olan ihtilafı üzerine özel açıklamalarda bulundu.

Seyfettin EKEN / ÖZ DİYARBAKIR ÖZEL - Kendisine “Celaleddin Harezmşah Cesaret Madalyası” verilen Dr. Arafat Yaz, Celaleddin Harezmşah’ın aslında bir Kürt düşmanı olmadığını, bu konuda bilgi sahibi olmayan bazı kesimler tarafından bilinçli bir şekilde Kürt düşmanı olarak lanse ettirilmeye çalışıldığını, yapılan araştırmalar sonucunda Celaleddin Harezmşah’ın mezarının Silvan’da olması nedeniyle ilerleyen dönemde Özbekistan ile Kürtler arasındaki bu kötü imaj yerine kalıcı bir dostluğun oluşacağını söyledi.

Yaz, Celaleddin’in Kürtlerle ilgili olan bağını ise şu cümleyle özetliyor; “Celaleddin bir Kürt tarafından öldürüldü, bir Kürt tarafından intikamı alındı, bir Kürt tarafından defnedildi ve bir Kürt tarafından defnedildiği yeri bulundu.”

Bir solukta bıkmadan usanmadan ve sizi o tarihlere götürecek muhteşem bilgilerin yer aldığı Arafat Yaz ile yapılan röportajın detayları; “

 “SÜRECİN MİMARLARINDAN BİRİ REKTÖRÜMÜZ PROF. DR. MEHMET KARAKOÇ’TUR”

 790 yıl aradan sonra Celaleddin Harezmşah ile bu şehrin defteri kapanmışken, bazı kimseler sayesinde yeniden Celaleddin gündeme gelmeye başladı. Sürecin başlangıcında Özbekistan’ın Harezm bölgesindeki Ürgenç şehrinde Marifet ve Maneviyat Merkezi başkanı olan Bekzad Abdirimov, devreye girdi. Bekzad Bey, Celaleddin’in mezar yerini bulmak için Türkiye’de Harezmşahlarla ilgili yazmış olan tüm akademisyenleri tespit edip onlara mail yoluyla ulaşmaya çalışmıştır. I. Kılıçarslan’ın mezar yerinin bulunması ile ilgili çalışmaları yürüten Dicle Üniversitesi Tarih Bölümü başkanı Prof. Dr. Oktay Bozan, bu mesaj sonrasında Bekzad Bey ile irtibat kurmuş ve Celaleddin’in mezarının bulunması için daha fazla bu konuya yoğunlaşmıştır. Bu sürecin mimarlarından biri de Dicle Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakoç’tur. Günün birinde Karakoç’un yanına bir vesile ile gitmişken bana “Celaleddin Harezmşah’ın mezarını bulabilir miyiz?” diye sordu. Ben de bu konunun yabancısı olarak kendisine Celaleddin’in Silvan dağlarında öldürüldüğünü bildiğimi ve bu işe bakılması gerektiğini söyledim. Fakat içimden de “Yüz yıldır bu adam üzerinde çalışıyorlar, bir şey olsaydı şimdi bulmuşlardı." dedim.

“BİR KİTAP YAZMAK İÇİN ÇALIŞMA YAPARKEN CELALEDDİN’İN DEFNEDİLDİĞİ YERİ TESPİT ETTİM”

O esnada Orta Çağ’da Kürt Kadınları ismi ile bir kitap yazmak için araştırma yapıyordum ve literatürü tararken Karakoç’un söyledikleri aklımdaydı. Ayrıca Bozan’ın Celaleddin’in mezar yeri ile ilgili röportajlarını ara sıra okuyordum. Yakınımda cereyan eden bu gelişmeler beni de Celaleddin’in mezar yeri konusunda uyarıyordu. Günün birinde tarama yaparken Sibt İbnü’l-Cevzî’nin Mir’’atü’z-Zaman fi Tarihi’l-A’yân adlı eserindeki Celaleddin’in mezar yerini noktasal olarak tarif edip öldürüldüğü köy olan Ayn Dara’dan bahseden bilgilere rastladım. Sibt, farklı iki rivayetle çok detaylı ve net şekilde meseleyi anlatıyordu. İlk okuduğumda rüya mı görüyorum diye kendimi yokladım. Sonra yanlış mı anlıyorum diye ikinci kere okudum. Ayağa kalkıp odanın içerisinde dolaşmaya başladım ve düşünceye daldım. Sibt, Celaleddin’in Ayn Dara’da öldürüldükten sonra Meyyâfârikîn’e taşındığını ve Burcü’l-Melik’te defnedildiğini söylüyordu. Başkentleri Meyyâfârikîn olan Mervânîleri çalıştığım için Burcü’l-Melik’in nerede olduğunu biliyordum. Yani çok önemli bir kaynakta çok özel bir bilgi bulmuştum ve bu bilginin ne kadar değerli olduğunun farkındaydım. Tabi ilk yaptığım şey bu işin peşinde olan Bozan’a haber verip yanına gitmek oldu. Kafamdaki ilk sorulardan biri gerçekten kimsenin bu bilgileri fark edip etmediğiydi. Nasıl olur da böyle önemli bir kitapta böylesine kıymetli bir bilgi gözden kaçıyordu? Prof. Dr. Oktay Bozan ile bu sorunun cevabını aradık ve gerçekten de kimsenin bunu fark edemediğini gördük. Aradan iki yıl geçmesine, Türkiye ve Özbekistan’da bu çalışma duyulmasına rağmen hala bu konuda bizi şaşırtan bir şey görmedik.

“CELALEDDİN’İN ATILDIĞI KUYUYU GİDİP GÖRDÜM”

 

Oktay Bey ile alana gidip baktıktan sonra sıkı bir şekilde çalışmaya başladım. Literatürü tarayıp Celaleddin’in son anlarına yoğunlaştım. Yassıçemen Savaşı’ndan sonra Moğolların peşine düşmesi ile Ahlat, Bingöl, Hani, Diyarbakır ve sonrasında Silvan yani Meyyâfârikîn’e gitmeye çalışan Celaleddin, Moğollardan kurtulmak için dağa sapmış ve Kürt eşkıyalar tarafından yakalanıp kendisine eman verilmişken Ahlat’ta kardeşini yitiren bir başka Kürt tarafından öldürülmüştü. Celaleddin’in nerede öldürüldüğünü tespit etmek, Sibt’in verdiği bilgilerin doğru olup olmadığını kesinleştirmek için çoğu Arapça ve bir kısmı Farsça olan kaynaklara baktım ve Celaleddin’in Silvan ile Diyarbakır arasında olan Bağdere Köyü civarından dağa saptığını tahmin ettim. Sibt, Celaleddin’in Ayn Dara denilen bir köyde öldürüldüğünü söylüyordu ve böyle bir köyün olup olmadığını araştırmaya koyuldum. Bu köyü bulmak çok çok kolay oldu. Hazro’da öğretmenlik yapan Erkan Kadğa adlı arkadaşım aklıma geldi ve böyle bir köyün Hazro’da var olup olmadığını kendisine sordum. Kadğa, bana bu köyün Türkçe isminin Kavaklıboğaz olduğunu, köyün muhtarının isminin Yılmaz olduğunu ve telefonunun kendisinde olduğunu söyledikten sonra “Sana telefonunu göndereyim mi?” diye sormuştu. Tüm bunları bir çırpıda söylemişti…  Ben de muhtarı aradım ve heyecanla “Muhtar köyünüzün ismi nedir?” diye sordum. Muhtar da bana köyün isminin Kavaklıboğaz olduğu cevabını vermişti. Ben de “Allah senden razı olsun Kürtçe ismini soruyorum.” dedim. Muhtar bu sorunun cevabını Ayndar olarak verince heyecanlanmıştım. Ayn Dar Köyü’nün varlığı Sibt’in aktardığı bilgilerin sağlaması idi. Bu nedenle verdiği diğer bilgilerin doğruluğunu teyit etmesi bakımından altın kıymetindeydi. Her detay o kadar güzel bir şekilde yerine oturmuştu ki… Kafamda bulmam gereken bir cevap daha vardı ve Oktay Bey ile Ayndar’a gittiğimizde onun peşine düştüm. Sibt, bir rivayete göre öldürülen Celaleddin’in bir kuyuya atıldığını söylüyordu. Köye gittiğimizde ısrarla bu cevabı aradım ve muhtar tepedeki kalenin altında böyle bir kuyu olduğunu söyledi. Muhtar ile beraber kaleye zahmetle çıktık ve zahmetimize değdi. Kalenin altında istediğim şeyi de bulmuştum ve hikaye eksiksiz olarak tamamlanmıştı. Bu bilgileri makaleye dönüştürmeye çalışırken ne kadar önemli olduğunu bildiğimizden hataya yer olmadığının farkında idik ve bu nedenle kaynakları iyi bir şekilde taramaya koyuldum. Makaleyi yazmak için hayatımın en az uyuduğum 15 gününü geçirdim. Günde 3-5 saat uyku ile geçirdiğim 15 günün ardından güzel bir makale ortaya çıktı. Sonrasında makaleyi Özbekistan yetkililerine gönderdik ve çalışmayı basın ile paylaştık. Bu bilgiler basına yansıdıktan sonra önemli gelişmeler yaşandı. 15-17 Ekim 2021’de I. Kılıçarslan hakkında yapılan sempozyuma Özbekistan’dan Bekzad Bey ile beraber akademisyen ve gazeteciler Oktay Bey tarafından çağırılmıştı. Biz de bulduklarımızı birkaç gün öncesinde basın ile paylaşmıştık. Heyettekiler hem sempozyuma katıldı hem de Celaleddin’in öldürüldüğü Silvan’a gittiler. Heyetin bu sempozyum vesilesi ile Diyarbakır’a gelmesi sürecin bu seviyeye gelmesinde önemli bir adımdı.

“ÖZBEKİSTAN’A GİTMEMİZLE BİRLİKTE CELALEDDİN’İN MEZARININ ORADA OLDUĞU İDDİASINI BOŞA ÇIKARDIK”

 

Bekzad Bey, Harezm Valiliği adına 10-18 Mayıs 2022 tarihinde bir program yaparak ben ve Oktay Bey’i Özbekistan’a davet etti. Konferans, televizyon programları ve alan araştırmalarına katıldığımız bu ziyaret sayesinde birbirimizi daha iyi tanırken Özbekistan kamuoyu da yaptığımız çalışmadan iyice haberdar oldu. Orada Celaleddin Harezmşah’a ait olduğu söylenen bir mezara gittik ve mezar taşında yazılanları okuduğumuzda bu mezarın başka birine ait olduğunu gördük. Döndüğümüzde yazdığımız ikinci makalede bunu da kayda geçirdik. Böylelikle bazı Özbeklerin, Celaleddin’in mezarının Özbekistan’ın Navoiy şehrinde olduğu iddiası da boşa çıkıyor ve kafalarda soru işareti kalmıyordu. 10 Kasım 2022 tarihinde ise çeşitli üniversitelerden bazı akademisyenlerin içinde bulunduğu heyet Diyarbakır’a gelip kaynaklarımızı ve belirttiğimiz yerleri görmek istedi. Yaptığımız çalışma, Özbekistan Cumhurbaşkanı’na anlatılmış ve gelen heyet onun emri ile gönderilmişti. Akademisyenlere tüm kaynakları tek tek gösterdim ve bir kopyasını onlara verdim. Dicle Üniversitesi’nde onlara bir saatten fazla süren bir sunum yaptım. Bu sunumu beğenip Özbekçe’ye çevirdiler, zira sunumda önemli bilgiler ve yorumlar mevcuttu. Dicle Üniversitesi’nin kurmuş olduğu komisyon ile Özbekistan heyeti arasında bir rapor düzenlenip imzalandı. Bu raporda Celaleddin’in mezar yerinin Silvan’da olduğunu teyit ediyorlardı. Ayrıca Celaleddin için Silvan’da temsili bir türbe inşa edilmesi, 19-21 Mayıs 2023 tarihinde Özbekistan’da bir sempozyum yapılması kararı alındı. 19-21 Mayıs’ta yapılan sempozyumda ben ve Oktay Bey’e orduda kahramanlık gösteren askerlere verilen cesaret madalyası verildi. Yapılan çalışmalar için bu madalya ilk defa istisna olarak bize veriliyordu.

“MOĞOLLARIN YENİLMEZLİK EFSANESİNİ BİTİREN HÜKÜMDAR SİLVAN’DA METFUNDUR”

 792 yıl öncesinde Celaleddin Harezmşah’ın Meyyâfârikîn dağlarında öldürülmesi ile sonuçlanan olaylar aslında babası döneminde başlamıştır. Harezmşahlar ve Moğollar arasında yaşanan savaşta Harezmşahların ülkesi Moğol istilasına uğramış ve devletleri yıkılmışken Celaleddin Harezmşah tarih sahnesine çıkmıştır. Celaleddin, beklenmedik bir şekilde babasının ölümünden sonra orduyu toplayarak Moğollara karşı koymuş ve iki kere onları yenmiştir. Cengiz Han’ın oğlunun öldürüldüğü parlak zaferinden sonra Celaleddin, Cengiz Han’a haber verip onunla savaşmak için yer göstermesini istemiştir. Fakat elde edilen ganimetler için çıkan tartışmada sağ ve sol cenah komutanları birbirine düşmüş, ordusunun yarısı ondan ayrılmıştır. Bunu haber alan Cengiz Han, bu fırsattan istifade ile üzerine yürümüş ve onu yenmiştir. Sind Nehri’ne atlayıp ölümden kurtulan Celaleddin, Hindistan topraklarına geçip yıllarca orada kalmış ve saltanatını orada tesis etmeyi başarmıştır. Sonrasında İran coğrafyasına geçip İran, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Doğu Anadolu’da hakimiyet kurmuş ve 1231 yılında ölümüne kadar bu durumunu sürdürmüştür. Celaleddin’in ön plana çıkaran iki özelliği, yenilmez addedilen Moğolları yenmesi ve Gürcüleri perişan etmesidir. İbnü’l-Esir, Gürcülerin çok uzun süreden beri Anadolu ve Azerbaycan civarında Müslümanlara zulmettiklerini, neredeyse her gün Müslüman topraklarına girip yağmaladıklarını ve kimsenin onlara karşı koyamadığını söylemektedir. İbnü’l-esîr, Celaleddin’in Allah tarafından Müslümanları bu zor durumdan kurtarılması için gönderildiğini veciz ifadelerle anlatmaktadır.

“BAZILARI BİLİNÇLİ OLARAK ASİMİLASYON DEDİKODUSUNU YAYIYOR”

Benim asıl anlatmak istediğim şey ise Kürtlerle olan münasebetleri ve çalışmanın bugün ne anlama geldiğidir. Bu çalışma yayınlandıktan sonra bazı kişiler tarafından eleştirilere maruz kaldım. I. Kılıçarslan ve Celaleddin’in mezarlarının Silvan’a mal edilmesiyle Kürt şehri olan Silvan’a Türk damgası vurulduğu, Silvan’ın bu imajının değiştirilmeye çalışıldığı, bunun bir asimilasyon politikası olduğu şeklinde yorumlar yapılıyordu. Bir Kürt ve Kürt tarihçisi olarak benim bu işi yürütmemim Kürtlere kötülük olduğu dile getiriliyordu. Öncelikle meselenin içinde olan biri olarak bunun böyle olmadığını söylemek istiyorum. Açıkladığım üzere bu çalışmalar birkaç insanın çabası ve emeğinin sonucu olup kimsenin bu saikle hareket etmediğini herkesin bilmesini isterim. Bu iş asla bir asimilasyon politikası da değildir. Aksine devlet yetkililerin bu meseleye kayıtsız kalmaları noktasında her yerde şikayetlerimizi dile getirmekteyiz. I. Kılıçarslan’ın türbesinin yapılmaması ve sürecin durması bunun bir göstergesidir. Celaleddin Harezmşah’ın türbesi ile ilgili de benzer şeyler yaşadık. Ancak Celaleddin’in türbesinin yapılması için Özbekistan devletinin devrede olması bu işi erken nihayete erdirecektir.

“BÜTÜN KAYNAKLAR CELALEDDİN’İN SİLVAN’DA GÖMÜLDÜĞÜNÜ SÖYLÜYOR”

 Kaynakların tümü I. Kılıçarslan ve Celaleddin Harezmşah’ın Silvan’a gömüldüğünü söylüyorlar. Bunun aksini iddia eden bir kaynak bile yokken buna razı olmamızın veya olmamamızın hiçbir anlamı yoktur. 2023 yılının başında “İbnü’l-Ezrak’a Göre Meyyâfârikîn’deki Türbeler” başlıklı bir makale yayınladım ve bu makalede Silvan’da beş hükümdarın mezarının olduğunu yazdım. Yaptığım araştırmalarda I. Kılıçarslan ve Celaleddin Harezmşah dışında doktora tezimin konusu olan Kürt hükümdar Nasrüddevle Ahmed ve On Gözlü Köprü’yü yapan oğlu Nizamüddin Nasr’ın da Silvan’a defnedildikleri yeri yazdım. Ayrıca Arapların meşhur hükümdarlarından olan Seyfüddevle Hamdanî ve ailesinin de mezar yerini tespit ederek makaleye işledim. Makalenin sonuç kısmında ise Silvan Kalesi’nin ihya edilmesi ve her bir köşesine bu hükümdarlar için temsili türbe yapılmasını önerdim. İnşallah önümüzdeki süreçte bunlar er veya geç hayata geçecektir. Devlet eliyle Kürt hükümdarlarının türbeleri de yapılınca bunun bir devlet projesini olduğunu iddia edenler utanacaklardır.

“ÖZBEKLER VE KÜRTLER DÜŞMAN DEĞİLDİR, AMA ÇOK İYİ BİR DOSTLUK OLUŞABİLİR”

 Celaleddin Harezmşah ile ilgili çalışmalar yaparken beni en fazla zorlayan şey ise Celaleddin’in Kürtlerin düşmanı olduğu iddiası idi. Ahlat’ta Kürtleri katleden Celaleddin, Eyyubi hükümdarı Melikü’l-Eşref’in hanımına tecavüz etmiş deniliyordu ve bu iddialar beni neredeyse bu çalışmalardan edecekti. Fakat yaptığım okumalarda daha henüz meselenin aslını bilmediğim halde Celaleddin’in kötü bir insan olmadığı, cesur ama duygusal biri olduğu yönündeydi. Yeri gelince yanaklarından yaşlar döküldüğü ve Kur’an okurken ağladığı anlatılıyordu. Bu nedenle sabırla bu mevzuyu araştırmaya koyuldum. Gerçekten “Celaleddin bir canavar ve tecavüzcü müydü?” sorusunun cevabını aramak başta kendimi aydınlatmak ve sorulduğunda bu iddialar ile ilgili cevap verebilmek içindi. 19-21 Mayıs 2023’te katıldığımız sempozyum için bunu “Celaleddin Harezmşah’ın Son Yıllarındaki Mücadelesinde Kürtlerle Münasebetleri” adıyla makaleye çevirdim. Aynı şekilde Özbekistan’a gittiğimizde de Özbeklerin Kürtlere karşı öfkeli olduklarını duydum. Zira en değer verdikleri tarihi şahsiyetleri bir Kürt tarafından öldürülmüştü. Bu bakımdan iş biraz zordu, bir yandan Kürtlerin yanında Celaleddin’in aynı zamanda Özbeklerin yanında Kürtlerin kötü bir imajı vardı. Sempozyumda bu konuyu açıkladım ve bir mesafe aldığıma inanıyorum. İlerde bu makale yayınlanıp Özbekçe’ye çevrildiğinde de kafalardaki soru işaretlerini bertaraf edip güzel bir dostluğun kapısını sonuna kadar açacağımıza inanıyorum.

“CELALEDDİN AHLAT SAVAŞININ İÇİNE ÇEKİLDİ”

 Celaleddin’in Kürtlerle ihtilafı Ahlat yüzündendir ve Ahlat meselesinin perde arkasını anlayınca aslında her şey ortaya çıkmaktadır. Celaleddin, Ahlat’ı almak için nadir görülecek bir şekilde azmetmiş, Abbasi halifesi, Anadolu Selçukluları hatta Eyyubîler onu bundan vazgeçirememişlerdi. Bunun nedenine geçmeden önce olayların nasıl başladığını anlatmak istiyorum. Celaleddin, Hindistan’dan dönünce kardeşi Gıyaseddin’in elinde olan İran coğrafyasını ve İldenizoğullarının hakimiyetinde olan Azerbaycan ve Ermenistan’ı almıştır. O esnada Melik Adil’in ölümüyle Eyyubî ailesinin fertlerinin her biri bir yere hakim olmuş ve aralarındaki çekişmeler savaşa dönüşmüştür. Melikü’l-Muazzam, kardeşleri olan Melikü’l-Eşref ve Melikü’l-Kamil ile anlaşamayınca Hindistan’dan daha yeni gelen, Moğol ve Gürcülerin karşısında zaferler elde eden Celaleddin’i bu savaşın içine çekmiştir. İlk Ahlat kuşatmasında tarihçiler bizzat Melikü’l-Muazzam’ın Celaleddin’den kardeşinin elindeki Ahlat’ı kuşatmasını istediğini söylemektedirler. Aslında Müslümanlara kan kusturan Gürcülerle mücadele etmek istediğini Hindistan’dan gelir gelmez Selçuklu ve Eyyubilere bildiren Celaleddin, kendini bu savaşın içinde bulmuştu. Bunun nedeni ise Kürt hükümdar Melikü’l-Muazzam’ın Celaleddin’e bir hükümdarın bir hükümdara teklif edemeyeceği tekliflerde bulunmasıdır. Melikü’l-Muazzam, yardımı karşılığında Celaleddin adına hutbe okutmak, sikke kestirmek ve onun sancağını taşımak gibi mutlak bağlılık anlamına gelecek vaatlerde bulunmuş ve bunları yerine getirmiştir.

“AHLAT’TA YAŞANAN OLAYLAR CELALEDDİN’İN RIZASININ DIŞINDA GERÇEKLEŞMİŞTİR”

Kardeşler bir süre sonra barışınca Celaleddin ile Melikü’l-Eşref öylece kalmış ve aralarındaki düşmanlık daha ileri bir safhaya varmıştır. Melikü’l-Eşref’in Ahlat naibi Hacib Hüsameddin Ali, Celaleddin’in topraklarına saldırarak Hoy ve Nahcıvan’ı almış, buraları yağmalayarak haremlerine el uzatmıştır. Bunun ötesinde Celaleddin’in hanımını alarak Ahlat’a götürmüş ve Hamdullah Müstevfi’nin kavli ile ona tecavüz etmiştir. Diğer tarihçiler ise Celaleddin’in bir başka eşi olan veziri Şerefülmülk’ün kızının da Hacib tarafında alınıp Ahlat’a götürüldüğünü söylemektedirler. Yani Celaleddin’in iki hanımı Melikü’l-Eşref’in valisi tarafından alınıp götürülmüş ve birine tecavüz edilmiştir. Bu da Celaleddin’in Ahlat öfkesini ve diğer tecavüz iddialarının nedenini açıklıyordu. Fakat neredeyse tüm kaynakları inceleyip bu konuyu iyi bilen biri olarak vardığım kanaate göre ne Eyyubiler Celaleddin’in hanımına tecavüz etmiş ne de Celaleddin böyle bir kısas yapmıştır. Zaten hadiselerin tanığı olan tarihçiler bunları hiçbir şekilde zikretmemişken, olayların uzağında olan kişiler böyle şeylerden bahsetmişlerdir. Ben bu şahsiyetlerin böyle kötü şeyler yaptığına tüm araştırmalarıma binaen kesinlikle inanmadığımın altını çizmek istiyorum. Şayet böyle bir şey yapılmışsa da ilk olarak Celaleddin’e yapıldığından ondan ziyade Eyyubilerin yani Kürt iktidarının daha çok sorgulanması gerekir. Celaleddin’in Harezmlileri öldürüp kafalarını Moğollara gönderen Tebriz halkını ve aynı şeyleri yapan Gencelileri affettiği anlatılmaktadır. Buna rağmen Ahlat’ı alan Celaleddin’in burada yağma ve katliam yaptığı yazılmıştır. Olayın tanığı olup tarafsız bir şekilde durumu izah eden Nesevî, Celaleddin’in Ahlat’ı yağmalatmak istemediğini ancak kurmaylarının askerlerinin elinde bir şey kalmadığı gerekçesiyle buna izin vermesi gerektiğini söylediklerini belirtmektedir. Kurmayları ona yağmaya izin vermediği takdirde onun için savaşacak asker kalmayacağını dayatmış ve buna razı olan Celaleddin sonradan istenmeyen şeyler yaşanınca izin verdiği için pişman olmuştur. Fakat İslam tarihçileri Ahlat’ta Celaleddin’in emri ile katliam yapıldığını söyleyip onun hakkında ağır ithamlarda bulunmuşlardır. Fakat Nesevî, bunun kesinlikle doğru olmadığını anlatmaktadır.

“O DÖNEMLERDE ‘DEVLETLERARASI İLİŞKİLER’ ÖNCELİKLİYDİ”

O dönemde bahsettiğimiz gibi Kürt hükümdarların kendi aralarındaki çekişmelerle olaya dahil olan Celaleddin, en büyük bedeli ödemiştir. Yaşanan olaylarda Kürt ve Türk ayrımının hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığı çok ama çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Kürt kardeşlerden biri ile ittifak kuran Celaleddin’in karşısında Anadolu Selçuklu Devleti’nin Türk hükümdarı Alaaddin Keykubad vardı. Aynı şekilde Alaaddin Keykubad’ın ihtilaflı olduğu amcazadesi Rüknüddin Cihan Şah, önce Eyyubilerin sonra da Celaleddin’in ittifakındaydı. Âmid yani Diyarbakır Türk Artuklu hakimi Mes’ud, Keykubad’ın karşısında Celaleddin’in yanındaydı. Melikü’l-Kamil, kardeşi Melikü’l-Muazzam’a karşı Haçlılardan yardım istiyor, Melikü’l-Muazzam kardeşlerine karşı Celaleddin ile ittifak kuruyordu. Haçlılar ise Ermenilere saldırıyorlardı. O döneme bakıldığında ne Kürtlük ne Türklük ne kardeşlik ne akrabalık ne Müslümanlık ne de Hristiyanlık devletlerarası ilişkilerde öncelikliydi. Öncelikli olan devletin çıkarları idi. Türk asıllı Keykubad, bir Türk olan Celaleddin’den korkunca Yassıçemen Savaşı öncesinde Kürt hükümdar kardeşler Melikü’l-Eşref ve Melikü’l-Kamil’i yanında savaşa çekmek için olağanüstü bir çaba sarf ediyordu. İbnü’l-Esîr’in dediğine göre o kadar çok elçi gönderiyordu ki aynı anda beş elçisi Melikü’l-Eşref’in huzuruna çıkıyordu. Keykubad, tek başına olsa bile Melikü’l-Eşref’in Celaleddin’e karşı yanında savaşmasını istiyordu. Bu anlamda Celaleddin’in kolu ve kanadını kıran yenilgiyi ona tattıran bir Türk hükümdar olan Keykubad’dı. Aynı şekilde Celaleddin’in Isfahan’a gitmekten vaz geçirip Âmid’e getirten ve Moğol baskınına uğramasıyla Âmid kapılarını ona açmayan bir Türk hükümdar olan Melik Mes’ud’du. Melik Mes’ud, Moğollardan korkup Celaleddin’i ok ve taşlarla kovarken Meyyâfârikîn’in Kürt emiri aynı zamanda Melikü’l-Eşref’in kardeşi olan Şihabüddin Gazi ona kapılarını açıyordu. En önemli hususlardan biri ise Celaleddin’in ölümünden sonra onu öldüren Kürtleri cezalandıran, cesedini Meyyâfârikîn’e getirip dayısı Tarhan el-Harezmî’ye teşhis ettiren, onu kefenleyip şanına yakışır bir türbeye defneden kişinin Kürt Eyyubî hükümdarı Şihabüddin Gazi olmasıdır. Hatta onun için türbe yaptırması nedeniyle Moğolların Meyyâfârikîn üzerine asker gönderdikleri söylenmektedir. Kaynaklarda Celaleddin’in ölümüyle Melikü’l-Eşref’in üzüldüğü anlatılmakta ve Celaleddin’in Eyyubilerin damadı olduğu zikredilmektedir. Tüm bunlar aslında Türk devletleri olan Selçuklu ve Artukluların Eyyubilerden daha çok Celaleddin’e düşmanlık yaptıkları, Eyyubilerin Celaleddin ile mücadelelerinde itidalli oldukları, zor zamanlarında Kürtlerin yanında olduklarını göstermektedir.

“ÖZBEKLER, KÜRTLERİN DÜŞMANI DEĞİLDİR”

Öncelikle Özbeklerin Kürtlerin düşmanı olmadıklarını bir Kürt olarak dile getirmek istiyorum. Özbekler, cana yakın, samimi ve içten insanlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürtlerin yaşadığı bir şehirde Celaleddin’in metfun olması bir kaderdir. Bu kaderin bize araladığı kapı dostluk kapısıdır. İnşallah yakında Silvan ile Hiva şehrinin kardeş ilan edildiğini de göreceğiz. Celaleddin Harezmşah için Silvan’da bir türbe yapılacak ve bu türbe Silvan-Diyarbakır başta olmak üzere Türkiye ile Özbekistan arasında güzel şeylere vesile olacaktır. Bu meseleyi kin, nefret ve fitne aracı kılmak isteyenlere kanmamaları için Kürt kardeşlerimi bir Kürt tarihçisi, bir Silvan tarihçisi ve bir Silvanlı olarak uyarmak istiyorum. Celaleddin için yapılacak olan bu türbe, Özbeklerle aramızda dostluğun timsali olacaktır. Bunları anlatırken hep Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale Savaşı’nda bize karşı savaşan Anzak askerleri için “Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” şeklindeki asil ifadesi aklıma gelmektedir. Biz tıpkı Eyyubi Kürtleri gibi asaletimizi göstererek Celaleddin’i onurlandıralım ve 792 yıl sonra kaderin cilvesi olan Özbeklerle kardeşliğimizin tadını çıkaralım. Geçmişte yaşanan olaylar ne olursa olsun bundan düşmanlık devşirmek ahmakların, bunu dostluğa çevirmek ise akıllı insanların tercihidir. Celaleddin bir Kürt tarafından öldürüldü, bir Kürt tarafından intikamı alındı, bir Kürt tarafından defnedildi ve bir Kürt tarafından defnedildiği yer bulundu.