BİR İZİN GÜNÜMDE KABRİSTAN ZİYARETİM!..

BİR MİSKAL İ S T E K Dökülsün günahlarım mağfiret denizine, İsterim rastlanmasın günahımın izine!

BİR MİSKAL

İ S T E K

Dökülsün günahlarım mağfiret denizine,

İsterim rastlanmasın günahımın izine!..

MM

GÖZLÜYORUM

BİR İZİN GÜNÜMDE  KABRİSTAN ZİYARETİM!..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

Ramazan Bayramından bir önceki Pazar günkü “iznimi” kullanarak gitmiştim, merhume annemle, eşim ve babamın, ziyaretlerine, yalnız bu üçü değil Mardin kapı kabristanında bulunan yakınlarım, ancak gerek kabirler arasında düzenli geçiş yollarının olmaması, gerekse düz yolda bile yürüyemeyişim hepsini ziyaret etmeyi göze alamayışım sebebiyle sadece bu üç yakınımın ziyareti ile yetindim..

Mardin kapı kabristanı aslında çok eski değil, tarihi Mardin kapısının çıkışında sağ ve sol taraflar kabristan iken (buraların mezarlık olduğunu eski fotoğraflarda görmek mümkün) Cumhuriyetin kuruluş yıllarında “Cumhuriyet parkı” olarak kabristanın yeri değiştirilmiş ve şimdiki yerine Mardin kapı kabristanı denilmiştir.

Mardin kapı kabristanına daha önceleri “Şeyh Muhammed Gülşeni düzlüğü” denilirdi, büyük bölümü boştu ve düzlüktü, burada bayram namazları dahil,  ay ve güneş tutulma zamanlarında, yağmur yağmadığı zamanlarda “duaya” çıkılırdı, şu anda kabri Sahabeler camisinin girişinde bulunan Diyarbekir valisi “Mahmud paşa” bu düzlüğe üstü açık olarak bir “mescit” ya da namazgah yaptırır, bu mescidin kitabesini ise  Süleyman Nazif’in babası “Sait paşa” yazdırır ki bu namazgah çok yakın zaman kadara duruyordu.

Çoğu kere bu konuyu dile getirdiğimiz için şimdi fazla üzerinde durmayacak ve bazı hatıralarımı anlatacağım, sıcak yaz gecelerinde sözünü ettiğim namazgahın ziyaretçileri olurdu, bunlar büyük bir örtüyü üstü  açık olan mescidin avlusuna serer  ve dini sohbetler yapar, zikir ederlerdi ki gece geç saatlere kadar sürerdi bu durum.

Bu pazar günü Mardin kapı mezarlığına girdiğimde “kendimi yıllar öncesindeki kabristandaymışım gibi bir duyguya kapıldım, Mehmet Necati Yandı’nın bazı sevenleri kabrini ziyarete gelmişlerdi, sanırım sene-i devriyesi idi,  sevenlerinin yüzlerinde maskeleri ile sosyal mesafeye uyularak “ilahi” okumaları görülmeye değerdi.

Mehmet Necati Yandı hayatta iken kendini tasavvufa adamış bir şairdi, bütün şiirlerini “ilahi” formatında yazdı ve kendisi besteleyerek, yine kendisi okudu, hayatı boyunca şöhretten ve gösterişten kaçındı, gayet güzel ve yüksek bir sesi vardı, “arabana” elinde iken sanki konuştururdu, öylesine usta idi, ilahi okurken, dinleyenler kendilerini “cezbeye” kapılmaktan alamazlardı.

Çocukluk ve gençlik günlerimi birlikte yaşadığım bu güzel insanın sevenlerini öyle mezarının başında görünce şark bülbülümüzün okuduğu bir eserde geçen: ben şehid-i badeyim dostlar beni yad eyleyin/kabrimi bezmi- cem ayniyle bünyad eyleyin” sözlerini hatırladım ve şunu da hatırladım merhum Celal Güzelses nasıl “Rüfailerden” idi ise Mehmet Necati Yandı da “Rüfailerdendi” ruhları şad olsun.

Bu neşve ve sürur içine yaptım kabir ziyaretimi, merhum babam, annem ve eşimi ve o kabristandakileri okuduğum dualarımın içinde yad ettim, bir daha ne zaman giderim bu kabristana bilmiyorum!..

Selam ve dua ile.