50 YIL ÖNCE BUGÜN!..

BİR MİSKAL YALAN Pek rahat kandırılır temiz yürekli halkım, Siyasetçi dilinde yalanlar salkım salkım!

BİR MİSKAL

YALAN

Pek rahat kandırılır temiz yürekli halkım,

Siyasetçi dilinde yalanlar salkım salkım!..

MM

GÖZLÜYORUM

50 YIL ÖNCE BUGÜN!..

MEVLÜT MERGEN AMİDİ

50 yıl önce bugün yüreğim umut ve heyecan doluydu, hayatımın önemli bir dönüm noktasında idim, girdiğim yazılı ve sözlü sınavda başarılı olmuş ve Ankara Üniversitesine bağlı olarak Diyarbekir’de açılan Tıp Fakültesinde matbaa mürettibi olarak çalışmaya başlamıştım, o günlerde 650  sayılı Devlet Memurları Kanunu henüz çıkmamış, yakında çıkacağını gazeteler yazıyorlardı.

Buna rağmen bir devlet matbaasında “D” cetveli kadrosunda çalışmaya başlamıştım, ailece mutlu idik, rahmetli annem hep şöyle derdi: “Sanat altın bileziktir” o bileziği kolumuza taktığımız günden itibaren elimiz hiç boş kalmamıştı, çalışmanın hem ruhen hem de bedenen “dinlenme” olduğunu o günlerde fark edememiş olsam da elli yıl sonra geldiğim bu günde bunu fark ediyor ve bazı zamanlar “keşke emekli olmasaydım” diyorum.

Günlük çalışmanın günlük yorgunluğu günün gecesinde istirahatla geçer, lakin çalışamamanın verdiği yorgunluk gece gündüz uyusan da geçmiyor ve her geçen gün o yorgunluğu bir nebze daha arttırıyor, 1953 yılından 1970 yılına kadar 17 yıl  çalışma şevkimi arttıran yıllardır, bu güne geldiğimde yine sabahları erkenden uyanıyor, kahvaltımı yapıyor ve sanki bir işe gidecekmişim gibi kendimi hazırlıyorum, ancak gidecek bir işim yok gibiydi..

1994 yılında verdim emeklilik dilekçemi verirken boş durmayacağıma, mutlaka bir iş yapacağıma niyetlenmiştim, nitekim 12 yıl boyunca  ticaret yapmış, yine sabahları erkenden uyanmış, dükkanımı açmıştım, çalışmak bana yorgunluk vermiyordu, ne zamanki ticarette işler ters gitmeye başladı işte o vakit elimi ticaretten yıkadım, fakat elim boş kalmadı, vücudum hastalıkları yüzünden “artık yeter çalışma” dese de gönlüm el vermiyordu onun sözüne uyamaya,  illa ki çalışmalıydım ama ne yapabilirdim?..

Nasıl ki 1953 yılında bir matbaada “çırak” olarak çalışmaya başlamışsam 2005 yılı olduğunda yine aynı matbaanın gazete idarehanesine gitmiş, orada kağıt kalem istemiş ve hemen bir yazı yazmıştım, ertesi günü yazımı gazetede yayınlanmış görünce: “İşte senin yeni işin” demiştim kendi kendime..

15 yıldır bu yeni işimde çalışıyorum, hem de bila ücret, olsun yorgunluğumu atıyorum üzerimden, yazarken dinleniyorum, ilk yazıyı yazdığım gün sanki bana: “senin bu yeni işinde görevin yazmak, sadece yazmak  değil, bu şehrin yaşarken kılcal damarlarına kadar işleyen kültürünü, gelenek ve göreneklerini yazacaksın, korkma bu şehir sana ihtiyacın materyali verir, hatta seni şair bile eder” denmişti.

Bu yeni işimi ve deyim yerinde ise yeni görevimi “baş üstüne” diyerek kabullenmiştim, şöyle bir söz vardır. “bir işte başarılı olmak için o işe ya ihtiyacın olacak, ya  da seveceksin” ihtiyacım dünyalık adına yok, sevgim ise var, öylesine var ki aradan zaman geçecek bu şehre sevdalandığımı söyleyeceğim,.

Yeni nesil çocuklarla ne zaman karşı karşıya gelsem onlara: “yazınız” diyorum,  “günlük” tutarak yazınız, yazarken okuma alışkanlığınız da oluşacak, böyle yaparsanız gelecek zaman içinde  göreceksiniz ki bu şehir size öğretmenlik yapmıştır, bir çok okuldan mezun olsanız da hiç birini hatırlamayacak sadece “Diyarbekir benim okulumdur” diyeceksiniz, tıpkı şu anda benim böyle dediğim  gibi.

Her okulun diploması belirlenmiş yılların onunda verilir ancak Diyarbekir’in mezuniyet diplomasını almak kimseye nasıp olmaz, çünkü okundukça okunacak bilgileri ortaya çıkar, ve siz keşke biraz daha kalsaydım bu okulda dersiniz.

Tam elli yıl önce bugün bu duyguların yabancısı idim, ancak bu şehrin yabancısı değildim, bugüne geldiğimde yabancılaştığımı da itiraf etmek durumundayım, çünkü on gözlü köprünün altından çok sular geçti!..
Selam ve dua ile.